16 Ağustos 2010 Pazartesi

Fenerbahçe & Antalyaspor


Geçen sezonun son maçı olan ve Fenerbahçe'nin şampiyonluğu kaybetmesine sebep olan Trabzonspor maçında kaçan hangi pozisyon varsa, bu maçta 25 dakika içinde hepsi gol oldu. Futbol tanrıları geçen sezon için özür diler gibiydi adeta. Geriye kalan 65 dakika için söylenecek pek fazla bişiy yok zaten, tamamen formaliteden ibaretti. Semih, Niang'ın transferiyle motivasyonu artmış bir şekilde , tribünden maçı izleyen oyuncuya gözdağı verdi. Gökhan Gönül'ü izlemek her zaman bir keyif, makine gibi hiç durmadan bir ileri bir geri , sağ kanadı tek başına sırtladı. Asıl konuşulması gereken takım Antalyaspor. İlk yarı amatör küme takımı gibi oynadılar, ikinci yarıda biraz toparlandılar ama eminim Mehmet Özdilek sezonun en ağır tokadını ilk haftadan yemiş olmanın tesellisini yaşıyordur.

Joe Cole

Liverpool formasıyla çıktığı ilk Premier Lig maçında kırmızı kart gören Joe Cole için en güzel yorumu maçı anlatan İngiliz spiker yaptı ; " the first match in reds end with red" ...

Gemisini Batıran Kaptan !

Birmingham City'nin tecrubeli kaptanı Stephen Carr , ligin ilk maçı olan Sunderland deplasmanında , önce 25. dakikada penaltı yaptırdı, sonra da 56. dakikada kendi kalesine gol attı. Kaptanlar için her zaman gemisini kurtaracak diye bir şey yok , arada bir de batırıyorlar...

Gitme Desem Canım ....


Ashley Young ve James Milner .... Bu iki adam Aston Villa 'nın kalbi ! Ve iki oyuncu da takımdan ayrılmak istiyor. Yönetim de iki oyuncuyu satmaktan yana, bu yüzden ligin başlamasına 3 gün kala teknik direktör Martin O'neill kulübe istifasını verdi. Ligin ilk maçına yardımcı antrenörleriyle çıktılar. Ashley Young'ı Totenham ve Man. City, James Milner'ı ise Man. City istiyor. İki oyuncu da ligin ilk maçında sahadaydılar, ve 3-0 lık West Ham galibiyetinde çok önemli roller üstlendiler. İşte gerçek profesyonellik budur ! Her an takımdan ayrılabilirsiniz, ama transfer olacağınız güne kadar, oynadığınız takım için terinizin son damlasına kadar mücadele etmek zorundasınız. Özellikle James Milner oyundan çıkarken taraftara veda eder gibiydi, gelişmeleri bekleyip göreceğiz.

Kalecilerin Haftası

İngiltere Premier Lig'in ilk haftasına kaleciler damgasını vurdu. Pepe Reina yaptığı hatayla , Arsenal karşısında 10 kişiyle kahramanca oynayıp , öne geçen takımının süper başlangıç hayallerini kendi kalesine attığı golle sonlandırdı. Everton'un kalecisi Tim Howard da elinden kaçırdığı topla takımının Blackburn deplasmanından puansız dönmesine sebep oldu. Wigan Athletics'in kalecisi Chris Kirkland ise kendi sahalarında ligin yeni takımı Blackpool karşısında 3 hatalı gol yiyerek galibiyet bekleyen Wigan taraftarlarını şoka uğrattı.

15 Ağustos 2010 Pazar

Buca & Beşiktaş


Bu zeminde futbol konuşanın canı cıksın ! İki takımda bu maçı bir an önce unutup , kazasız belasız bu maçı tamamladığı için minnettar olsun. Beşiktaş bu sezon başarılı olur mu bilinmez ama ligin açık ara en havalı takımı olduğu kesin. Guti'nin attığı pas, sadece onun kalitesinde oyuncuların atabileceği türden bir pastı, yani Türkiye'deki orta saha oyuncularının % 99'unun atamayacağı bir pas.
Buca belli ki hazır değil, yeni sezona 17 yeni transferle girerseniz olacağı budur zaten. İlk 8 hafta topladıkları her puan başarıdır.
Beşiktaş'ta beni şaşırtan 1-0 öne geçip , rakip 10 kişi kaldıktan sonra ciddi savunma zaafiyeti göstermeleri. Ligin ilk 8 takımına karşı çok zorlanacakları kesin. Schuster'in bu konuda ciddi bir şekilde kafa yorması gerekli , yoksa çok önemli puan kayıpları yaşayabilirler.

Materazzi'yi Kıskandıran Adam

Adı Nigel De Jong , ben kısaca " Kasap " diyorum . Total Futbol oynamakla , Fair Play ruhuna sahip olmakla övünen Hollanda , bu dünya kupasında oynadığı futbolla kendine ihanet etti. Bundan 20 sene sonra böyle futbol oynadıkları için kendilerinden utanacaklar. İzlediğim hiç bir kupa finalinde bir takımın , karşısındaki takımı şiddetle bu kadar sindirmeye çalıştığına tanık olmamıştım. Hakem de buna fazlasıyla çanak tuttu. Tebrikler Hollanda, yıllardır herkese hayran bıraktığın futbol anlayışını ,bir günde yerle bir ettiğin için.

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Chelsea & West Bromwich Albion


Şampiyon bıraktığı yerden devam ediyor ! Bu adamlar bunu nasıl başarıyor bilmiyorum ama gol atmak bu kadar basit olmamalı ! Sanki her vurdukları gol olacakmış gibi geliyor bana. Geçen seneyi 103 golle gol rekoru kırarak şampiyon tamamladıktan sonra yeni sezona da WBA karşısında 6 gollü bir başlangıç yaptılar. Bir arada oynamaya bu kadar alışık oyuncular olunca sonuca gitmek ister istemez kolaylaşıyor. Community Shield'da Man Utd karşısında pek iyi sinyaller vermemişlerdi ama bugün toparlandıklarını gösterdiler. 103 gollük rekorun üzerine çıkarlar mı bilinmez ama , o gol sayısına yakın bir rakamla ligi bitireceklerini söylemek hiç de zor değil.
Son olarak da şunu belirtmek gerek ki , Premier Lig'in ilk sekizi ile son sekizi arasındaki uçurum her geçen gün artıyor. Bu tablo size tanıdık geldi mi ? :)

Frank Rijkaard & Galatasaray


Uzun zamandır izlediğim en kötü Galatasaray ! Bunda kuşkusuz Rijkaard'ın kadro tercihlerinin payı çok büyük. Maça devşirme santrafor Harry Kewell'la başlıyorsun, bu arada yedekte Mehmet Batdal ve Milan Baros var. Eğer Baros oynayabilecek durumdaysa , neden maça ilk 11'de başlamaz ? Emre Çolak , henüz böyle sert deplasmanlarda ilk 11 'de oyanayacak kapasiteye sahip değil. Mehmet Batdal ise eminim Baros oynamıyorsa ben neden ilk 11'de değilim diye kendine soruyordur. Rijkaard'ın haklı olduğu konularda vardır tabii, istediği transferler bir türlü yapılamadı , ama en azından elindeki kadronun en iyisini çıkarmak zorundasın, teknik direktörlük dediğin şey budur zaten !
Bunun dışında camiada ( oyuncular - teknik direktör - yönetim - taraftar ) inanılmaz bir gerginlik ortamı var. Arda'nın maçta Emre'ye bağırması, Rijkaard'ın rakip takımın yardımcısıyla kavga etmesi, Gökhan Zan'ın yedek kulübesindeki agresif tavırları, Haldun Üstünel'in istifası sonrası taraftarların tepkisi vs...
Kısaca lig, Galatasaray için hiç de iyi başlamadı. Ve eğer bu durum devam ederse , Gs & Rijkaard işbirliği her an bitebilir gibi geliyor bana...

Sabri Sarıoğlu & Türk Hakemliği


Sabri Sarıoğlu oynadığı 291 resmi maçta kırmızı kart görmeyerek rekor kırdı ! "Hakemlerimize neden güvenilmiyor ? Türk hakemliği neden ileriye gidemiyor ? " sorularının cevabı bu cümlede gizli.

13 Ağustos 2010 Cuma

Obsesif - Kompulsif Bir Adam


Obsesif - Kompulsif ; " Kontrol edilemeyen ama sürekli tekrar edilen mantıksız alışkanlıklar " anlamına gelen bir rahatsızlıklır. Bugün Fenerbahçe'de Guiza sorunu diye bir sorun varsa bunun en önemli sebebi Christoph Daum'dur. Sürekli gol kaçıran bir oyuncuyu oyundan çıkarmamak , taraftarla karşı karşıya getirmek, Semih gibi çok özellikli bir santraforu yedek kulübesinde heba etmek, sezon boyunca ikisini bir arada oynatmamak. Herkes Guiza'yı eleştiriyor ama biz hiç Guiza'yı çift forvet oynarken göremedik ki , - belki 1-2 maç- , bu adamdan tek forvet olmaz , bunu görmek için teknik direktör olmaya gerek yok. Böylesine önemli bir oyuncuyu espri malzemesi haline getirmek, gitsin diye gözünün içine bakmak , ancak "kontrol edilemeyen ama sürekli tekrar edilen mantıksız alışkanlıklar" ile açıklanabilir.

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Guus Hiddink ve Kadro Tercihleri


Ligin en iyi orta sahası Trabzonspor'da ama milli takımda sadece kalecisi var. Ligin en iyi stoperlerinden Ömer Erdoğan kadroda yok, yerine "cam adam" Gökhan Zan var. Umarım kadroyu hala Oğuz Çetin seçiyordur, yoksa büyük hayal kırıklığına uğrayacağım.

Steven Gerrard


Steven Gerrard, Wembley Stadı'nda oynanan Chelsea - Man Utd community shield finalinde taraftarların İngiliz milli takım formasını giyen futbolcuları ıslıklaması üzerine , " o gün stattaki taraftarlardan biri olsam ben de oyuncuları ıslıklardım " diyebilecek kadar dürüst bir yıldız. Fazla yok böyle adamlardan ...

Galatasaray U - 17


Galatasaray 17 yaş altı takımı , Hagi Talent Cup'ta Barcelona 17 yaş altı takımını 2-1 yenmiş. Barcelona 3 sene sonra o takımdan Pique, Pedro ve Sergio Busquets gibi oyuncular çıkarır. Bizimkiler de 2.ligdeki bir takıma kapağı atabilirlerse ne mutlu onlara.

5 Ağustos 2010 Perşembe

Sonbahar


10 yıl sonra sağlık nedenlerinden dolayı cezaevinden tahliye edilen Yusuf'un ruh hali , içinde kopan fırtınalar bundan daha iyi anlatılamazdı.

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Hunger


Açlık grevine giren IRA üyesi Bobby Sands ile Peder arasındaki 23 dakikalık diyalog ;
BS : İstediğin zaman oturabilirsin.
P : Papazlık kuralları gereği senin sormanı bekliyor değilim.
BS : Ama oturacaksın.
P : Hiç hevesli görünmüyorsun.
BS : Kapıda bekleme kısmını atladın.
P : Papazlık okulundaki ilk hafta derslerini çok iyi öğrenmişsin. Sigara ?
BS : Olur.
P : İncil okumaya biraz ara verelim, değil mi ? En iyi kitabın hangisi olduğunu çözebilen var mı ?
BS : Biz sadece Yeremya'nın kitabını okumuştuk.Berbattı.
P : Güzel bir oda, çok temiz.
BS : Neredenim demiştin Donald ?
P : Doğduğum yeri mi soruyorsun ?
BS : Taşradan mıydın ?
P : En eski köyden.
BS : Ballyrobert mi ?
P : Ballymonie'nin güneyinde oynardık, Kilrea'da.
BS : Bir seferinde verdiğin bir vaazı hatırlıyorum.
P : Bak sen şuna.
BS : Seni el üstünde tuttuklarına eminim.
P : İğneli bir laf geldiğini hissediyorum.
BS : Çok zekisin.
P : Evet.
BS : Hayır sen saygıdeğer bir insansın, bunu biliyorsun.Ama kırlarla ilgili anlattığın hikayeleri severdim.
P : Kaçak avlar, elma bahçesine dalma, inekleri korkutma.
BS : Bir rahibe göre iyi bir eğitimmiş.
P : Batı Belfast'ta çalışan bir rahip için iyidir.
BS : Falls Road'ta panik yaratmak oldukça işe yarar.
P : R.U.C. benden nefret ediyor.
BS : Özlemiyor musun ?
P : Neyi ?
BS : Kırları.
P : Kardeşimi ziyaret etmek için ayda bir eve gidiyorum ama yine de özlüyorum. Temiz havayı, tarlaları , herşeyi .
BS : Bu anlattıkların sana daha uygun.
P : Evet öyle , hiç şüphesiz. Belfast gibi büyük bir şehre gelince kendimi sudan çıkmış balık gibi hissediyorum. Ama işim bu, değil mi ? Yaptığın işin ruhani bir iş olduğunu idrak ettiğin zaman hızlı bir şekilde çevreyi izlemeyi bırakıyorsun.
BS : Ruhani iş mi ?
P : Ne demek istediğimi anladın .
BS : Ben yine de aynı fikirdeyim.
P : Evet , bunu suçlamalarında da kullanabilirsin.
BS : Devam et.
P : Sanırım söyleyeceklerimi söyledim. Sen devam et. Kilrea benim gibi yaşlı bir adamı bekleyebilir.
BS : Nasıl olsa Belfast'ta kurtarılacak çok sersei var.
P : Evet, çok meşgulüm.
BS : Tabii , Tanrı seni cennetle ödüllendirecek .
P : Buna minnettarım. Bir kere içinde şarap var .
BS : Küçük kardeşin eve ne zaman dönüyor ?
P : Rahip oldu . Sinsi , kurnaz bir piçtir. Bu adamları bilirsin Bobby.
BS : Hala kaçak ava gidiyor mu ?
P : Kaçak avcılardan . Bu arada benden sekiz yaş küçüktür.
BS : Devam et.
P : Papaz olarak Kilrea'nın dışında bir papaz evinde çalışıyorum . Oraya yerleştik. Çok çalışıyorum. Yaşlıların evlerine gidiyorum. Gezici günah çıkartıyorum.
BS : Güzel işmiş.
P : Evet. Her neyse Kilrea'da boş bir pozisyon vardı.
BS : Evet
P : Bir şeyleri sebep göstererek reddettim. Aslında bir neden de yoktu.
BS : Yaşlı hanımlardan çok mu kek alıyordun ?
P : Öyle sayılabilir.
BS : Peki ...
P : Yaklaşık 5 sene sonra Kilrea'da bir kere daha pozisyon açılmıştı ve kardeşim Michael hemen kabul etti.
BS : Siktir.
P : 28 yaşındayken bir katolik rahibi oldu.
BS : Herhalde daha ruhaniydi. Senden daha fazla göze batmıştır.
P : Piskoposu etkiledi. Golf oynar. Küçük, aceleci aptalın tekidir.
BS : Sen de fena sayılmazsın.
P : Hayır, ben böyle olamazdım.
BS : Henüz 28'inde katolik rahibi olmak mı ? İnanılmaz.
P : Eskiden araba çalardı. Çok büyük bir evi var. Hizmetçisi , aşçısı var. Bense sürekli olarak İskoç futbolundan bahseden şişman Kerry ile iki göz odama sıkışmış durumdayım. Bundan bahsetmeyi bırakabilir miyiz ?
BS : Tanrım. Konuşup duran sensin.
P : Sigarayla aran nasıl ?
BS : Gayet güzel.
P : Berbat bir alışkanlık. İğrenç.
BS : Çok kötü, yine de keyifli.
P : Evet, Tanrı'ya şükür.
BS : 28 demek, aman tanrım.
P : Boş versene . Gözüne ne oldu Bobby ?
BS : Efendim ?
P : Vurdular mı ?
BS : Fikir ayrılığına düştük.
P : Diğer eleman ne alemde ?
BS : Daha beter durumda, gerçekten.
P : Pekala, beni buraya neden çağırdın ?
BS : Ne yani ? Eğlenceli söhbetimiz bitti mi ?
P : Rahiplik kuralı. Önce küçük bir sohbetle başlarız.
BS : Rahipliğe kabul edilmemiştim Don.
P : Senden iyi bir rahip olurdu.
BS : Öyle mi ?
P : İyi bir hatipsin, prensip sahibisin, öncüsün.
BS : Politik bir teröristim.
P : Kilise tövbekar suçluları sever.
BS : Evet . İsa'nın yanındaki bu hırsızın hep kolayca atlattığını düşünmüşümdür.
P : Ama günahlarını itiraf etmişti.
BS : Öyle miydi ?
P : Evet, tamamını.
BS : Sen çarmıha gerilmiş olsaydın hiçbir şey söylemezdin. İsa O'na cennet denilen yerde babasının yanında bir yer teklif etti. Ellerini kaldırıp , senden bir parça alacağını biliyor musun ?
P : Evet , çarmıha gerilmiş olsa bile.
BS : Yüce Tanrım, bu küfre girer.
P : Küfür mü ?
BS : Evet
P : Hayır. Aşağılık bir hırsızdı. Peki bana ne anlatmak istiyorsun ? Kafandaki nedir ? Hükümet hala seni delirtemedi mi ?
BS : Şu pazarlık görüşmeleri vardı ya. Sadece göstermelikti, boşu boşunaydı.
P : Ama neden buna ihtiyaç duyduğunu biliyorsun.
BS : Çünkü artık başarılı propaganda yapamıyoruz.
P : Kime göre ? Önderlere göre mi ?
BS : Zamanı geldi, artık karar verilmeli.
P : Sence önderliğin düşündüğü şey bu mudur ?
BS : Belki , bilmiyorum.
P : Burada paranoyaklaşıyorsun Bobby.
BS : Geçen ekim ayında 10,000 kişi açlık grevine destek amacıyla yürüyüş yapmıştı, değil mi ?
P : Evet
BS : İngiltere'ye uluslararası baskı yapılmıştı.
P : Zamanı var .
BS : Papa'nın bile söyleyecekleri vardı. Olaya karışmıştı . Tüm dünya haklarımızı geri alabilmemiz için Margaret Thatcher' ı sözünden döndürmeye çalıştı. Ama hiçbir işe yaramadı değil mi ?
P : Evet
BS : Açlık grevi başarısız oldu. Hepimiz cephedeyiz. Protestoyu biz yarattık. Bu bizim sorumluluğumuz. Liderlik benim için çok açık Don. "Yıkanmama" protestosu 4,5 yıldır devam ediyor. Her ne kadar dikkat çekmiş olsa da cumhuriyetçiler bunu yayamadılar. Üstelik organizasyonun büyüyüp genişlemesi sayesindeydi.
P : Çünkü ihtiyaçlarınız çok spesifik.
BS : Tabii ki öyleler. Batı Belfast'ta 3 çocuk büyütmeye çalışan bir kadın sivil kıyafeti mi, yoksa verdikleri soytarı kıyafetini giyeceğimizi umursamamalı , değil mi ?
P : Anladım.
BS : Tanrı'ya karşı dürüst ol Don. Kıyafetlerimizi giyebileceğimize söz vermişlerdi. Sahtekarlık yapıyorlar.
P : Yani önderliği artık dinlemiyor musun?
BS : İdeal dünyada mücadelemizi serbestçe yürütebilirdik ama elimiz kolumuz bağlı. Burada hiçbir şey değişmiyor, hiçbir şey olmuyor. Politik statü konusunda gerçekçi bir ilerleme kaydedilmediği sürece liderlik burada bizimle sıkışıp kalacak. Acı ama gerçek . Eğer masanın üzerine bir koz koyamazsam sence bu yalancı , dönek maymunlar benimle pazarlık yaparlar mı ? Saçmalama . Hükümet binasına yürüyüp, oradaki kibirli piçle manasız , aptalca bir diyaloğa girecek değilim.
P : Senin sıkı bir hayranın.
BS : Kafası iki parmak kalınlığında Don. Moronun teki . Onu başkan yaptıklarına inanabiliyor musun ? Bu tüm insanlığa hakarettir.
P : Kutsal Meryem. Hala bu enerjiyi nerden buluyorsun ?
BS : Çocukken kır koşucusuydum.
P : Tahmin etmeliydim, kuvvetli bir motorun var . Kır koşucusu. Hakkında pek çok şeyi açıklıyor Bobby.
BS : Bana mı anlatıyorsun ? Bütün ülke hakkımda böyle düşünüyor. Tanrım, bitiş çizgisini geçtiğim zaman beni tutmasalardı koşmaya devam edecektim. Aramızda şehirden beri gelen bir kavga vardı. İnekleri filan korkuturduk. Güzel zamanlardı.
P : Sığırları mı korkuturdun ?
BS : Çok korkardım . Süt ve hamburger eti veren canavarlardı. Yüce Tanrım. Bir daha dünyaya geldiğimde kırsal bölgede doğacağım, garanti ediyorum . Doğal hayat, kuşlar. Cennette yaşıyor olacağım.
P : Evet , dinlenmeyi de öğrenmen lazım .
BS : Evet . Bilmem olabilir. Daha önce hiç denemedim. Açlık grevine mart' ın başında başlamıştım. Bu yüzden buradasın. Bu yüzden seninle konuşuyorum.
P : Evet , haklısın. Ailenden bilen var mı ?
BS : Evet , bazılarına söyledim .
P : Hepsiyle konuştun mu ?
BS : İki hafta sonra gelecekler. O zaman konuşacağım.
P : Sence bunu nasıl karşılayacaklar ?
BS : Sence nasıl karşılarlar Don ?
P : Peki ya oğlun ? Geçen seferden bu yana ne değişti ?
BS : Geçen sefer grev nispeten zayıf geçmişti. Duygusal davrandık. 7 kişi aynı anda greve başlamıştık. Hepsi zayıf düştü ve en zayıf olanın ölmesine göz yumamadılar, böyle hassaslaşmamızı da ingilizler kullandılar, bizi kandırdılar. İşte bu hale düştük. Kandırıldık. Bu sefer greve 2'şer hafta ara ile başlanacak. Ölen birisi olduğunda yerine başkası geçecek. Adam sıkıntımız yok. 75 kişi gönüllü oldu.
P : Tanrı aşkına.
BS : Bugün ilan edilecek.
P : Peki bu protestoyu farklı kılan ne ? Ölmeyi kabullenmiş olman mı Bobby ?
BS : Böyle sonuçlansa da kabul ederim.
P : Sana inanılan yerde açlık grevine başlıyorsun. Sen zaten ölmeye karar vermişsin, yoksa yanılıyor muyum ?
BS : Bu onların elinde , mesajımız çok açık. Ne kadar kararlı olduğumuzu görecekler.
P : Ölümlere göz yumacaksın. Belki 5-6 kişi ölecek ama daha 75 kişi var , öyle mi ?
BS : Evet , umarım bu noktaya gelmez.
P : Pekala, belki ingilizler 20 kişinin ölümünden sonra pes ederler. Ama neden umurunda olsun ki , ne de olsa ölmüş olacaksın, değil mi ? Bu çocukları nasıl bir işe bulaştırdığının farkında mısın? Beni bir kenara bırak , bu fakir çocukların ailelerine ne olacak? Mecburen bu sarsılmaz cumhuriyetçilikten tiksinen İngiliz Hükümetine yaklaşmak zorunda kalacaklar. Terörist dedikleri adamların ölümleri onları çok rahatsız etmez. Üstelik bu kez bahisler çok yüksek.
BS : Biliyorum.
P : Ve eğer pazarlık yapmayı bile istemiyorsan senin beklentin silah bırakmaları. Doğru mu ?
BS : Evet
P : Yani kaybetmeniz durumunda bir çok kişi ölecek, aileler parçalanacak ve bütün cumhuriyetçi hareketin cesareti kırılacak.
BS : Evet , en kötü ihtimalle bu şekilde sonuçlanır, ama kısa vadede garanti ediyorum ....
P : Yapma artık.
BS : Bizim küllerimizden yeni bir kadın ve erkek nesli doğacaktır. Hatta daha azimli ,daha kararlı.
P : Kiminle konuştuğuna dikkat et.
BS : Bir savaş sürüyor. Senin anlayacağını sanıyordum. Yabancı gibi davranıyorsun.
P : Benimle bir yabancıymışım gibi mi konuşuyorsun ? Sence Kuzey İrlanda'yı bilmiyor muyum ? Ben burada yaşıyorum.
BS : Öyleyse bizi destekle.
P : İlk açlık grevini desteklemiştim, ama temelinde o bir protestoydu. Önceden ölümün kabul edildiği, pazarlık için inat edilen , Thatcher'ın tamamen teslimiyetini hedefleyen bir grev değildi. Saçmalık bu Bobby. Zararlı bu.
BS : Son 4 yılda burada neler oldu ? Vahşet , aşağılanma. Temel haklarımız elimizden alındı. Bunlara bir son verilmeli.
P : Doğru söylüyorsun.
BS : Peki öyleyse ? Tekliflerini kabul ettik, verdikleri üniformaları giydik çünkü 4 yıldır hiçbir talep gelmemişti. Buna devam edebiliriz Don, veya bir ordu gibi davranırız ve yoldaşlarımız için hayatlarımızı feda ederiz.
P : Pazarlıklara geri dönüleceğine dair içinde ufak bir ümit kırıntısı dahi yok mu ?
BS : Böyle bir şey olmayacak.
P : Hepsini bir tarafa bırakalım. Burada kendini öldürmeye çalıştığını biliyorum.
BS : Yaptığım işin erdemini veya intihar olup olmadığını tartışmak istemiyorsun. Onlar intihar diyor. Ben cinayet diyorum. Ve bu sadece aramızdaki ufak farklardan birisi. İkimiz de katoliğiz, ikimiz de cumhuriyetçiyiz. Sen güzelim Kilrea'da som balığı kızartırken biz Rathcoole'da yakılan evimizi söndürüyorduk .
P : Doğru.
BS : Benzerlikler olabilir Don ama hayatlarımız ve deneyimlerimiz farklı noktalarda toplanıyor. Beni anlıyor musun ?
P : Anlıyorum .
BS : İnançlarım var , ve her ne kadar basit olsalar da çok kuvvetliler.
P : Ölerek ne anlatmak istiyorsun ? İngilizlerin küsathlığını mı göstereceksin ? Öyleyse siktir et ,bütün dünya ingilizleri biliyor.
BS : Güzel
P : Güzel ama sana bir yararı yok. İngilizler yüzyıllardır herşeyin içine ediyorlar.
BS : Nefretini hissedebiliyorum Don.
P : Şehit olmaya mı çalışıyorsun ?
BS : Hayır
P : Emin misin ?
BS : Evet .
P : Çünkü Wolftone, McConnely, Mike Sweeney ... tüm bu adamları övdüğünü işittim. İsminin tarih kitaplarında yazdığını düşünmeni istemem.
BS : Sence bu umurumda mı ?
P : Umurunda olduğunu biliyorum.
BS : Hayır , yanılıyorsun.
P : Asker olduğunuzu söylüyorsun. Hepsi özgürlük için diyorsun. Ama hayatına bir minnettarlığın yok Bobby. Artık hayatın nasıl birşey olduğunu bilmiyorsun. 4 yıldır bu şartlarda yaşıyorsun, kimse senden normal olmanı beklemiyor. Sen normal değilsin. Şu anda Cumhuriyetçi Hareket kendi köşesine çekilmekten söz ediyor. IRA'nda o köşeye çekilmiş etrada bakıyor. Artık hepsi tarih oldu . Onlarca erkek ve kadın öldü. Sense hala birşey söylemiyorsun. Eğer cevabın herkesin ölmesi ise gözlerin kör olmuş demektir ve bunu durdurmaktan korkuyorsun. Yaşamaktan korkuyorsun, barışı konuşmaktan korkuyorsun... bu iş boka dönmeyecekti de ne olacaktı. Ve buradaki durumda cumhuriyetçi hareketin geleceği, gerçeklik hissini yitirmiş senin ve adamlarının elinde. Sence düzgün düşünebiliyor musun ? 24 saat burada kilitli halde işeyip sıçıyorsun ve kaç kişinin öleceği hakkında kararlar veriyorsun ! Bobby Sands'in heykelini dikin ! Benimle dalga geçiyorsun ! Özgürlük savaşçısı mısın ? Dışarıda toplumda çalışan kadın ve erkekler var, bir zamanlar sen de bunun parçasıydın. Yanılıyor muyum ? Twin Brook'taki tüm o işler. Sana ihtiyaç duyduğumuz yer orası Bobby. Haklı olduğumu biliyorsun.
BS : Yanılıyor muyum ? Cevap mı bekliyorsun ?
P : Yenildin Bobby, onların dağıttığı elle oynuyorsun.
BS : Bu stratejimiz.
P : Öyleyse yapmayın, sadece "durun " de !
BS : Hiçbir şey anlamıyorsun .
P : Buna karar verecek durumda değilsin.
BS : Başladı artık , durmayacak.
P : Öyleyse siktir et. Yaşam sana birşey ifade etmiyor.
BS : Tanrı beni cezalandıracak mı ?
P : İntihar yüzünden olmasa bile aptallığın yüzünden cezalandırılmalısın.
BS : Evet. Sen de kibirinden cezalandırılmalısın. Çünkü benim yaşamım gerçek bir yaşam , teolojik bir egzersiz değil, tüm hayatı mahveden dini bir aldatmaca değil. İsa'nın metaneti vardı ama o zamanki ve şimdiki müritlerine bak. Hitabet sanatının altını üstüne getirip, anlam biliminde takılıyorsun. Devrimcilere ihtiyacın var. Hayata nabız verecek, hayata yol gösterecek kültürel politik askerlere ihtiyacın var.
P : Saçmalıyorsun, kendini avutuyorsun.
BS : Peki, öyle olsun.
P : Evet , peki oğlun ne söyleyecek ?
BS : Siktir git !
P : Bu seni ilgilendirmiyor mu ?
BS : Bana duygusallıkla mı saldıracaksın ? Tam bir rahipsin.
P : Kalbin ne söylüyor Bobby ?
BS : Bunu bildiğini sanıyordum peder.
P : Ne söyüyor ? Söylesene .
BS : Hayatım benim herşeyim. Özgürlük herşeyim. Alay etmeye çalışmadığını biliyorum bu yüzden herşeyin gelip geçmesine göz yumuyorum. Ara vermemiz gereken anlardan birine geldik. İnançlarımızı saf tutmamız gereken bir andayız. Birleşik İrlanda'nın bir gerçek ve hakkımız olduğuna inanıyorum. Belki senin gibi birisinin bunu anlaması imkansızdır. Ama hayatıma saygı duyuyorum... özgürlüğü arzuluyorum, bu davaya sarsılmaz bir sevgi duyuyorum. Şüphe duyacak olursam defediyorum. Hayatımı tehlikeye atmam yapabileceğim tek şey değil Don. Doğru olan bu.
P : Beni bu yüzden mi çağırdın ? Kendine çığırtkan mı arıyosun ? Yaptığından yüzde yüz emin değil misin ? Kendini de dahil ediyorsundur belki .
BS : Evet. Ben sadece insanım.
P : Bunu gayet iyi anladım.
BS : Sen bir rehbersin Don. Senin işin ruhlarla. Hala küçük Donegal'de mi yaşıyorsun ?
P : Evet
BS : 12 yaşımdayken oraya gitmiştim. Oğlanlar için büyük kır koşusu yarışı vardı. Bir sabah minibüse doluşup Derry'e doğru yola çıkmıştık. Çok büyük bir andı. Bizim için uluslararası atletizm yarışması gibiydi çünkü güneyli çocuklara karşı yarışıyorduk ve Belfast'ın onuru için bunu yapmalıydık. Çocuklardan birkaçı Protestan'dı , geri kalan hepimiz Katolik'tik. Karma bir müsabakaydı. Sanırım Güneydeki iyi insanlar bunun muhteşem olduğunu düşünüyorlardı. Bizim Belfast'dan gelen küçük takımımızsa vatanseverlik taslıyordu. Her neyse... sınırı geçtik. Çocukları pop şarkıları söylüyorlardı. Ben de en arkadar oturmuş dışarıyı seyrediyordum. Dağlardan geçiyorduk. Errigal Dağı'nın yerini biliyorsun değil mi ? Muhteşem bir manzaraydı Don. Yemin ederim Donegal, İrlanda'da ki en güzel yerdir.
P : Evet.
BS : Her neyse. Gwidor'a vardığımzda, nasıl bir yerdi ama 200 tane çocuk vardı, kıyafetlerini giyinip ısınıyorlardı. Organizasyonu "Hristiyan Kardeşler" düzenliyordu ve orada düzeni sağlayabilmek için çocukların kulaklarının arkasına vururlardı. Bacaklarımızı esnetmek için takım halinde küçük bir koşuya çıktık. Çevremizde arpa tarlaları vardı. Ve aşağıya doğru uzanan bir akarsu ve orman bulduk. Orman ve akarsu sınırımızın dışındaydı fakat doğal olarak Belfast'lı çocuklar olarak gidip bakmamız gerekiyordu. Çevremizdeki orman ve akarsu bize Amazon gibi geliyordu. Ve Cork'dan bazı gençlerle karşılaşmıştık. Bazılarının aksanları daha iyiydi. Ama zar zor konuşuyorlardı, ne söylediklerini anlayamıyorduk. Bizimle dalga geçtiklerini anlamışsındır. Bizi küçümsediklerini hissedebiliyordum. Koşuyorduk ve aklımıza akarsuya inip balık olup olmadığına bakmak geldi. Biz de nehre indik Don, suyun derinliği 15 cm kadardı. Suda gümüşçünlerden başka birşey yoktu. Çocuklardan birisi daha aşağıya inmeyi teklif etti. Suyun içinde bir karaca yavrusu yatıyordu. 4-5 günlüktü, bir deri bir kemikti, gri renkliydi. Keskin kayalara çarptığı için derisi kan lekeleriyle doluydu. Yanında ayaktaydık ve arka bacaklarının titrediğini görebiliyorduk. Nefes alıyordu, hayattaydı ama ölmek üzereydi. Kendilerini lider zanneden çocuklar, büyük büyük konuşmaya başladılar. Ne yapmamız gerektiğini tartıştılar. Birisi kafasını taşla ezelim dedi, bense yüzlerine bakıyordum ve yüzlerinde görünen tek şey korku ve şaşkınlıktı. Kimse cesaret edemiyordu. Karacaysa yerde acılar içinde yatıyordu. Tüm bu gevezelik bir işe yaramıyordu. Sonra papazlardan birisi bizi ve karacayı gördü, bize yerimizden kımıldamamızı ,yoksa cezalandırılacağımızı söyledi. Çok ciddi cezalandırılacaktık. Bir grup erkek çocuğu , bir yavruya acı çektiriyorsa mutlaka cezalandırılır. Bir grup Belfast'lı çocuğun başınaysa bundan daha fazlası gelir. Benim içinse o an çok belirgindi, dizlerimin üstüne çöktüm, yavrunun kafasını aldım ve suyun altına bastırdım. İlk başta mücadele etti, ben de gücü tükenene kadar daha sıkı bastırdım. O sırada papaz geldi Don. Beni saçlarımdan tutup , ağaçların arasına götürdü ve sağlam bir dayak attı. Ama o yavru için yapılması gereken şeyi yaptığımı biliyordum. Ve diğer çocuklar adına da cezayı üstlenebilirdim. Büyük çocukların saygısını kazanmıştım ,bunu biliyordum. Sebeplerin farkındayım Don. Olabileceklerin farkındayım. Ama harekete geçeceğim, hiçbir şey yapmadan beklemeyeceğim. Benden Aziz John'a mektup yazmamı istemeyeceksin değil mi ?
P : Böyle birşeyi vicdanım kaldırmaz. Seni bir daha görebileceğimi sanmıyorum Bobby.
BS : Gerek de yok zaten Don.

Any Given Sunday


Tony D'amato : "Ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Üç dakika sonra profesyonel kariyerinizin en önemli mücadelesi başlıyor. Her şey bugüne bağlı. Ya takım olarak düzelir ya da parçalanırız. Santim santim, ta ki biz bitene dek. Şu anda cehennemdeyiz. İnanin. Burada kalabilir ve kendinizi harcatabilirsiniz ya da tekrar ışığa ulaşırız. Cehennemden yavas yavas çıkabiliriz. Bunu sizin icin yapamam çok yaşlıyım. Etrafa bakıyorum ve bu genç yüzleri gördüğümde, orta yaslarda bir erkeğin yapabileceği tüm hatalari yaptığımı düşünüyorum. Tüm paramı savurdum. Beni seven herkesi uzaklaştırdım. Aynada gördüğüm surata bile dayanamıyorum. Yaşlandığınızda sizden birşeyler alır. Bu hayatın bir parçası ama birşeyleri kaybetmeye başladığınızda öğrenirsiniz. Hayatın santimlerden ibaret bir oyun olduğunu anlarsınız. Maçta hayatta ve futbolda hata payı o kadar düşük ki, erken ya da geç atılan bir adım, sizi hedefinizden uzaklaştırır. Yarım saniye yavaş ya da hızlı kalırsanız, yakalayamazsınız. Her yerde santimler önemlidir, maçıın her molasında, dakikasında ve saniyesinde. Bu takımda o santimler icin savaşırız. Bu takımda biz ve etrafımızdaki herkes, o santim icin savaşır. O santim için tırnaklarımızla boğuşuruz. Çünkü birbirine eklendiğinde kaybetmek ile yenmek arasındaki farkı belirleyecek! Ölmek ile yaşamak arasındaki farkı! Şunu bilin; her oyunda ölmeye hazır olanlar o santimi kazanacaktir. Bundan sonra bir hayatım olacaksa nedeni, o santim icin savaşmaya ve ölmeye hazır olmamdır. Yasamak budur iste. Yüzünüzün önündeki onbeş santim! Bunu yapmanızı sağlayamam. Yanınızdakine bakın! Gözlerine bakın! Sizinle beraber o santim için savaşacak birini göreceksiniz. Kendisini takım için feda edebilecek birini göreceksiniz. Gerektiği zaman aynı şeyi sizin de onun icin yapacağını bildiği için. İşte bu bir takımdır. Ya takım olarak düzeliriz ya da birey olarak ölürüz. Bu Futbol. Hepsi bu kadar. Şimdi ... ne yapacaksınız ? "

Raul Gonzales Blanco




"Ispanyol futbolunun en büyük futbolcularindan biri olmasini bir kenara koysak bile o Real Madrid'in ruhuydu" . Francesco Totti

3 Ağustos 2010 Salı

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Everybody's Fine


Vavien


Settar Tanrıöğen vs Neşet Ertaş

500 Days of Summer - 2


Tom : Rhoda saygısızlık etmek istemem ama bu bok gibi olmuş ! "Peşini bırakma" , "Başarabilirsin" Bunlar teşvik edici değil, intihara meyledici. "Peşini bırakma" diyen turşu birazdan ölecek. Bunların hepsi yalan, biz yalancıyız. Düşünsenize, neden insanlar bunları satın alıyor ? Nasıl hissettiklerini ifade ettikleri için değil, söylemekten ya da hissetmekten korktukları şeyleri ifade etmek için alıyorlar. Biz de onlara kolay yoldan gitmeleri için hizmet veriyoruz. Bilyor musunuz ? Canı cehenneme diyorum ! Gelin Amerika'ya karşı dürüst davranalım. En azından bırakalım da kendi adlarına konuşabilsinler. Değil mi ? Demek istediğim... Bakın , şuna bir bakın. "Yeni bebeğinizle mutlu bir hayat dilerim" Bu nasıl : " Yeni bebeğinizle mutlu bir hayat dilerim. Sanırım bu gece hayatının da bitmesi demek. Kolay gelsin ahbap". "Sevgililer günün kutlu olsun aşkım. Seni seviyorum." Ne kadar da tatlı, onu seviyormuş ! Bu tam da benim bahsettiğim şey. Ne demek ki bu ? Aşkmış ! Siz biliyor musunuz ? Sen ? Herhangi biri ? Biri bana bu kartı verseydi Bay Hance, onu yerdim. Bu kartlar , filmler, pop şarkıları bize yalan söyledikleri için suçlular. Tüm bu kalp kırıklıkları ve herşey için. Bundan biz de sorumluyuz, ben de sorumluyum. Bence burada kötü birşey yapıyoruz. İnsanlar nasıl hissettiklerini söyleyebilmeli. Gerçekte nasıl hissettiklerini. Yabancı birinin ağızlarına yapıştırdıkları sözleri değil. Onlar için hiçbir anlam ifade etmeyen ... "Aşk" gibi sözcükleri değil. Kusura bakmayın, özür dilerim. İstifa ediyorum . Bu dünyada ben olmadan da yeteri kadar saçmalık var.

500 Days of Summer


Expectations vs Reality !