28 Şubat 2011 Pazartesi

Due Date

Peter : Benden uzak dur.
Ethan : İyi misin?
Peter : İyi miyim? İyi gibi mi görünüyorum? Kolum kırıldı. 3 tane kaburgam çatladı ve lanet olası kolumda 7 tane dikiş var. Bunlar sorunu cevaplamadı mı? Hayır, iyi değilim.
Ethan : Peter, çok üzgünüm.
Peter : Öyle mi? Ben burada ne haldeyim, sende bir çizik bile yok.
Ethan : Doktorlar çok derin uyuduğum için fazla gerilmediğimi söyledi. Sana derin uyuduğumu söylemiştim.
Peter : Evet, söylemiştin. Peki ya doktor araba kullanırken uyuyakalmanla ilgili birkaç tane tavsiyede bulundu mu?
Ethan : Sadece birkaç saniye gözlerimi dinlendirecektim. Bir dahakine sen de biraz daha rahat olmaya çalış.
(Korna çalar.)
Peter : Bir saniye.
Ethan : O da kim?
Peter : O benim gerçek arkadaşım. Beni almak için Dallas'tan buraya kadar geldi.
Ethan : Pekala, sen öne otur.
Peter : Biz yok artık. Sadece ben. Buraya kadarmış. Bu arada lanet olası, tanıştığımıza memnun oldum. İzin ver de, vicdanımı rahatlatmak için neden bizimle gelemeyeceğini söyleyeyim sana. Beni uçaktan attırdığın ve polisin vurmasına sebep olduğun için değil. Ben tekerlekli sandalyeli bir heriften dayak yerken sadece öküzün trene baktığı gibi baktığın için de değil. Ve tabii hayatımın en önemli haftasında beni az kalsın öldürüyor olmandan falan da değil. Seni burada çok daha önemli bir sebepten ötürü bırakıyorum. Senden ruhumun bütün hücrelerine kadar nefret ediyorum.
Ethan : Bunu daha önce duymuştum, ama düzeltmeye çalışıyorum, tamam mı?
Peter : Öyle mi? O zaman şunu dinle. Seni uyarıyorum, Hollywood'a gitme. Oranın sokakları altın kaplama falan değil. Senin gibi ünlü ve başarılı olacağım hayalleriyle giden bir sürü aptal herifle dolu orası. Sana yalvarıyorum, uzak dur oradan. Anladın mı? Bak bu Shakespeare'dendi. Kim biliyor musun?
Ethan : Evet, onu tanıyorum. Ünlü bir korsan. Bu arada onun adı, Shakesbeer.
Peter : Sana bir arkadaş tavsiyesi vereyim mi? Oraya Hollywood diyen hiçkimse Hollywood'da başarılı olamaz.
Ethan : Bunu daha önce duymamıştım.
Peter : Sunny, seni çok özleyeceğim, gerizekalı bok suratlı köpek (suratına tükürür).
Ethan : 23 yıllık hayatımda daha önce hiç ....
(Peter arabaya biner.)

The Mechanic


Arthur : Mekanik'in tanımını biliyor musun?
Steve : Kontratla çalışan, sorunları çözen adam. Tetikçi.
Arthur : Görevler yaparım. Hedefleri belirlerim.
Steve : Bunu ben de yapabilirim. Bazı pis işler görmüştüm.
Arthur : Hayır görmedin.
Steve : Beni hiç tanımıyorsun Arthur.
Arthur : Steven Jackson McKenna. Baltimore, Maryland'da doğmuşsun. 12 yaşondayken anneni kaybetmişsin. Ağrı kesici ve votka bağımlılığından. 3 farklı liseye gitmişsin; Grunt, The Parc, Munro. Miami'den sporcu bursu için 4 kere başvuruda bulunmuşsun ama aldığın cezalar yüzünden her defasında reddedilmişsin. 3 farklı kız arkadaşına, saldırı ve tehdit suçundan 4 defa ceza aldın. Sokak kavgasında diz kapağını kırmışsın. Kimseye söylemedin, kendiliğinden iyileşmeye bıraktın. Yağmur yağdığında topallıyorsun. İstersen röntgenlerini de göstereyim.

Megamind

Minion : Yolunda gitmeyen bir şeyler mi var, efendim?
Megamind : Bir düşün, herşeyi aldık. Ama hiçbirşeyimiz yok. Artık herşey çok kolay.
Minion : Üzgünüm, sizi anlamıyorum efendim.
Megamind : Demek istediğim, başardık değil mi?
Minion : Aslında siz başardınız efendim. Evet, bunu yeterince anlaşılır hale getirdiniz.
Megamind : O zaman kendimi neden bu kadar üzgün hissediyorum?
Minion : Üzgün mü?
Megamind : Mutlu olmayan.
Minion : Peki yarın Ritchi Hanım'ı kaçırma operasyonu yapsak nasıl olur? Bu sizi her zaman havaya sokmuştur.
Megamind : Güzel fikir Minion, ama onsuz (Megamind) ne anlamı var ki?
Minion : O kim efendim?
Megamind : Yok birşey.

Winter's Bone

Thump Milton : Diyecek bir şeyin varsa, hemen söyle evlat.
Ree : Daha yemek bulmayı beceremeyen iki çocuğa bakıyorum. Annem hasta ve hep öyle olacak. Yakında polisler evimizi de alacak ve bizi köpek gibi dışarı atacaklar. Babam bir hata yaptıysa, bedelini de ödeyen o oldu. Niyetim onu öldüreni öğrenmek değil. Ama çocuklara ve anneme uzun süre bakamam. Evimiz olmadan yapamam.

18 Şubat 2011 Cuma

Up In The Air

Natalie : Alex'e ne oldu?
Ryan : Toplantıya yetişebilmek için erkenden ayrıldı.
Natalie : Kötü olmuş. Nerede yaşıyor peki?
Ryan : Chicago.
Natalie : Gidip onu görmeyi düşünüyor musun?
Ryan : O tarz bir ilişkimiz yok bizim.
Natalie : Ne tarz bir ilişkiniz var peki?
Ryan : Lakayıt.
Natalie : Çok özel bir ilişkiniz varmış.
Ryan : Bizim şikayetimiz yok.
Natalie : Birlikte bir gelecek düşünüyor musun peki?
Ryan : Hiç düşünmedim cidden.
Natalie : Hiç düşünmedin mi cidden?
Ryan : Hayır.
Natalie : Nasıl olur da düşünmezsin ki? Birisiyle bir gelecek kurmak nasıl aklının ucundan bile geçmez?
Ryan : Çok basit. Hani an gelir de birinin gözlerine bakarsın ve o gözlerin, ruhunun içine işlediğini, tüm dünyanın da sessizliğe gömüldüğünü hissedersin ya?
Natalie : Evet.
Ryan : İşte o bana olmuyor.
Natalie : Pislik herifin tekisin.
Ryan : Hadi ama dalga geçiyordum. Yardım et bana.
Natalie : Ona bir şans vermene değmez mi sence?
Ryan : Ne için şans vereceğim ki?
Natalie : Gerçek bir şeyler için.
Ryan : Natalie, insan yaşlandıkça gerçekliğe bakış açısı da değişiyor.
Natalie : Bir saniyeliğine küçümseyici konuşmasan olmaz mı? Yoksa bu da senin saçma felsefenin prensiplerinden biri mi?
Ryan : Saçma felsefe demek.
Natalie : Kendini insanlardan sakınma, yolculuklar. Tüm bunların cezbedici mi olması gerekiyor?
Ryan : Hayır, bu benim seçtiğim bir yaşam biçimi.
Natalie : Düpedüz kozana çekilip, kendini soyutluyorsun.
Ryan : Laflara bak hele.
Natalie : Allah belanı versin.
Ryan : Asıl senin versin.
Natalie : Herhangi biriyle bağ kurulabilmesi imkansız bir hayat kurmuşsun kendine. Şimdiyse bu kadın senin seçtiğin saçma sapan hayatın tehlikesini göze alıyor. Sense onun ufak bir gülümsemesini bile lakayıtlık olarak mı görüyorsun? Sözde benim büyümem gerekiyor bir de. Kendin daha 12 yaşındasın.

15 Şubat 2011 Salı

Get Low

Felix : Bir şey söyleme.
Buddy : Kime?
Felix : Merhaba diyebilirsin. O kadar.
Buddy : Merhaba.
Papaz : Merhaba. Doğru yere geldiğinize emin misiniz? Cenaze beklemiyordum.
Buddy : Merhaba.
Felix : Hey, Charlie.
Papaz : Felix?
Felix : Hala ayakta demek.
Papaz : Evet. Papaz Charlie Jackson.
Buddy : Merhaba.
Felix : Buddy Robinson, kendisi pek konuşmaz.
Papaz : Birileri konuşsa iyi olur. Hayaletin teki cenaze arabasıyla yolda durunca insan anlatılacak birşey duymak istiyor. Artık eskisi gibi işitemiyorum. Sen de orada bulunurken cenaze partinde vaaz vermemi istediğini duydum sanki.
Felix : Evet, bayım.
Papaz : Yıllar boyunca senin hakkında Tanrı ile epey konuştum. Seni yaratırken ezberi bozduğunu söyledi. "İzlemesi eğlenceli ama bir o kadar da başa bela" dedi. Cenazede ne söylememi istiyorsun?
Felix : Ne söylemek istiyorsan, Charlie.
Papaz : (Buddy'e dönerek) Bize biraz izin verir misin?
Felix : Otur.
Papaz : Sorun nedir? Benimle yalnız kalmaktan korkuyor musun?
Felix : Konuşulanları dinleyebilir.
Papaz : Pekala. Burayı terk ettikten sonra doğru olanı yaptın mı?
Felix : Doğru olanı yaptığımı düşündüm.
Papaz : Günah çıkardın mı? Bağışlanmak istedin mi? O kadına söyledin mi, Felix? O zaman o kadar yolu boşuna gelmişsin.
Felix : Kendini beğenmiş.
Papaz : Sakın.
Felix : Dinle beni. Kendi hapishanemi yapıp, içinde yattım. Kahrolasıca 40 yıl boyunca orada kaldım. Ne eş, ne çocuk, ne de arkadaş. Hiçbir şey olmadan. Torunum bile yok. Bir bebek nasıl tutulur bilmiyorum. Anlıyor musun beni? 40 yıl. Yetmez mi?
Papaz : Yetmediğini biliyorsun.
Felix : O zaman gelip bunu anlatsana Charlie. Herşeyi anlat, umurumda değil. Ama gel ve birşey söyle.
Papaz : Hayatta olmaz.
(Felix kiliseyi terkeder.)
Papaz : Onu ne kadar tanıyorsun?
Buddy : Neredeyse hiç. Cenaze evinde çalışıyorum.
Papaz : Bu kiliseyi onun yaptığını biliyor musun?
Buddy : Hayır. Onun gibi bir adam, nasıl böyle birşeyi yapabilir? İyi bir marangoz olduğunu biliyordum fakat bu ...
Papaz : Sihir gibi mi? Kendini böyle gösteriyor belki de. Belki canı gönülden yapmıştır, bilmiyorum.
Buddy : Bahsettiğiniz konu neydi? Ne yapmış? Kime birşey söylemeliydi?
Papaz : Sanırım onunla Tanrı arasında bu. Buraya yarı ölü gibi gelmişti.

Fair Game

Joe : Dinle, Vanity Fair'den biri aradı. Röportaj yapmak istiyorlar. Tam tekmil, fotoğraflı falan. Tüm hikayeyi yazacaklar. Ne diyorsun?
Valerie : Ne mi diyorum? Vanity Fair'de resmimin çıkmasını isteyip istemediğimi mi soruyorsun?
Joe : Valerie, bu bir fırsat.
Valerie : Ne için?
Joe : Olayı bizim açımızdan anlatmak için. Yani onlarca, belki 50 tane kanala çıkacak. Bunu yapmamız gerek. Fox'ta, internette bizi yerle bir ediyorlar. Dibe batıyoruz. Karşı saldırıya geçmeliyiz. Ne? Ne dedim ben şimdi?
Valerie : Anlamıyor musun Joe? Nereye kadar gidecek bu? Adresimiz internete düşmüş. Evimizin resmi bile. Ev numarasını 5 kere değiştirdim. Adımın geçmediği medya ortamı kalmadı. Gerçek adımın Joe. Halkla kaynaşmalar, röportajlar, çıkardığın gürültü, yaptığın saçmalıklar bize ne kazandırdı?
Joe : Andy Karl, Financial Times'a "Joe Wilson'ın üstüne buldozerlerle geliyorlar" dedi. Tırnak içinde "Buldozer". Yani mücadele etmeden alt edilmeyeceğim. Sağlam mücadele etmeden.
Valerie : Beyaz Saray diyoruz Joe. Beyaz Saray'la mücadele edip, kazanabileceğini mi sanıyorsun? Bizi ezer geçerler!
Joe : Asıl mücadele etmezsek ezerler!
Valerie : Joe...
Joe : Beni dinle Valerie.
Valerie : Hayır, sen beni dinle!
Joe : Valerie, Valerie, Valerie ! Senden daha çok bağırdığım için haklı mı oldum şimdi? Senden fazla sesim çıktığı için mi haklı olacağım? Beyaz Saray olsam ve senden kat kat fazla bağırsam haklı olan ben mi olurum? Yalan söylediler Valerie. Yalan söylediler! İşte hakikat bu!
Valerie : Hakikat , tabi ya. İşimizi bitirdiklerinde ne olduğunu öğrenemeyeceğimiz hakikat.

Love and Other Drugs

Maggie : Adın ne?
Jamie : Jamie Rendal.
Maggie : Oyunun ne?
Jamie : Oyun mu?
Maggie : Pardon, bu kısımda nereden geldiğimizi ve ne okuduğumuzu konuşmamız gerekiyordu.
Jamie : Çok güzel gözlerin var.
Maggie : Bu kadar mı? Elinden gelen bu mu?
Jamie : Ciddiyim ben, çok güzeller.
Maggie : Teşekkürler. Bakalım başka ne var. Çocukluğum, ne zaman hasta olduğum.
Jamie : Hep böyle insafsız mısındır?
Maggie : Aslında bakarsan, bu iyi halim. Bu ayki kotanı doldurdun mu? Performans değerlendirmeni yaptın mı?
Jamie : Elin titriyor.
Maggie : Bu seni ilgilendirmez.
Jamie : Bu, gergin olduğunda gerçekleşir.
Maggie : Bay Uzman, neden gergin olayım?
Jamie : Çünkü benimle ilgileniyorsun.
Maggie : Peki beni nasıl geriyorsun?
Jamie : Aklın sana birşey söylüyor, ama vücudun bambaşka bir şey.
Maggie : Hadi gidelim.
Jamie : Efendim?
Maggie : Yatmak istemiyor musun?
Jamie : Şimdi mi?
Maggie : Anladım. Şimdi benim doğru mu diye düşünmem gerekiyordu. Sonra sen de doğru veya yanlışın olmadığını, sadece anlık birşey olduğunu söyleyeceksin. Sonra ben de yapamayacağımı söyleyeceğim. Her ne kadar sana sinyaller yolluyor olsam bile. Ama bunlara hiç ihtiyacın yok, çünkü beni dinlemiyorsun bile. Senin için bu ilişki kurmakla ilgili değil, seksle ilgili bile değil. Sadece kendin olmanın acısından kurtulmak için böyle. Benim için de sorun değil, çünkü benim istediğim de tam olarak aynı şey.

4 Şubat 2011 Cuma

Unstoppable (2010)

Will : Bir kere evlendim derken, ne demek istedin?
Frank : Alice, eşim. Kanserden öldü, dört yıl önce.
Will : Üzüldüm.
Frank : Ben de. Her akşam eve geldiğimde, ona günümü anlatırdım. Nerede olduğumu, ne yükü taşıdığımı, kime kızdığımı.
Will : Yani benden bahsederdin ona, değil mi?
Frank : Evet, kesinlikle bahsederdim. Karını aramalısın.
Will : Aradım. Ama bugün izin günü. Muhtemelen uyuyordur.
Frank : Mazaret bulma. Uyandır onu.
Will : Son iki haftadır arayıp durdum. Hala cevap vermiş değil.
Frank : Vermez. Aramalısın onu. Bu işler nasıldır, bilmez misin? Pes etmek kolay.

28 Ocak 2011 Cuma

Blue Valentine

Dean : Bilmiyorum, bence erkekler, kadınlardan daha romantik. Biz evlendiğimizde, sadece tek bir kadına bağlı oluyoruz. Kayıtsız, şartsız. Biriyle tanışıyoruz, "eğer onunla evlenmezsem aptalın biriyim, o harika biri" diyoruz. Ama kadınlar, ihtimaller arasından en iyisini seçiyorlar. Evlenirlerken daima, acaba iyi işi var mı diye bakıyorlar. Hayatları boyunca durmadan beyaz atlı prenslerini arıyorlar, sonra da gidip iyi işi olan biriyle evleniyorlar.

24 Ocak 2011 Pazartesi

El Metodo

Fernando : Tebrikler sen kazandın. Sen en iyisin. Kesinlikle en iyisi! En niteliklimiz sensin, buna şüphe yok. Neden biliyor musun? Buna inanıyorsun. Sorumlu şirketler ve Japon dekorları zırvalıklarına inanıyorsun. Tüm boktan zırvalara, demokratik şirketlere ve sürdürülebilir kalkınmaya . Hepsi bu, inan bana. Sana en iyi olduğunu söylüyorlar, sen de inanıyorsun. En akıllı, inanıyorsun. En iyi niyetli, inanıyorsun. En hoşgörülü, en modern, hatta en insan ve buna inanıyorsun!
Ne olduğunu biliyor musun? Be bebe umursamıyor (Carlos'u işaret eder). Bebeler başka türlü bakar, bunu doğum sırasında öğrenirler. Bu yüzden onun için kolay. Onu boşver. Ama inanmaktan vazgeçtiğinde sana ne olacak? Ya da o çocuğa sahip olmadığına pişman olduğunda, ve artık çok geç olduğunda? Çünkü artık geç oluyor. Ya da erkekler artık seninle birşey yapmak istemediklerinde? Yüzündeki gülümseme ekşimeye dönüşmeden önce daha ne kadar sürecek? Seninle aramızda bir fark var, tek bir fark. Uzun zaman önce, savaşı kendi kendine kaybettiğini öğrendim. Kendi kendine..

The Tree


Fifty Dead Man Walking

Mickey : Hiçbir şey çözülmedi, evlat. Mesele hayat kurtarmak, değil mi? Böyle olmalı. Tek hayalim, bir gün ülkemizde özgür bir şekilde yürümek. İngilizler bizi fakir, aptal kuzenleri haline getirdiler. IRA, bir parça direnişin binlerce oya bedel olduğunu göstermek için var. Bunu kim söylemiş biliyor musun?
Marty : Hayır.
Mickey : Bobby Sands. Rus Devrimi'nin fikir babası Vladimir Lenin'den alıntı yapmış. O, dünyayı değiştirdi ve bir ulus kurdu.

Conviction

Kenny : Ufaklık nasılsın?
Betty : Nasıl yaptın bunu ?
Kenny : Bunları mı? (Bileklerini gösterir) Bensiz hayatın daha iyi olur.
Betty : Lanet olsun, Kenny! Bunu bir daha yapmayacağına söz ver bana.
Kenny : Hiçbir şey kalmadı, herşey bitti.
Betty : Daha yüksek mahkeme var.
Kenny : Yüksek mahkeme mi? Onlar davaya bakmaz, boka battım ben. Ta en başından boka batmıştım.
Betty : Pes edemezsin. Başka birini buluruz, borç alırım, en iyi avukatı tutarız.
Kenny : Ne zaman anlayacaksın Betty Anne? Başka biri yok. Dünyada beni sikleyecek bir avukat yok.
Betty : Olması gerek, sen masumsun.
Kenny : Emin misin bundan?
Betty : Nasıl sorarsın bunu bana? Nasıl sorarsın?
Kenny : Bayan Brow'u öldürüp öldürmediğim fark etmez. Haysiyetsiz herifin tekiyim sonuçta. Kimseye bir hayrım yok.
Betty : Kızın ne olacak?
Kenny : Hangi kızım? Kızın beynini yıkadılar, onu asla görmeyeceğim.
Betty : Bu doğru değil.
Kenny : Gidiyorum ben, Mandy'e bir iyilik yapıyorum. Saçmasapan hayatımda yaptığım tek iyi şey oydu, ama ona verecek birşeyim yok.
Betty : Lütfen Kenny, dur. Kendine zarar vermeyeceğine söz ver bana. Söz ver.
Kenny : Hayatımın geri kalan kısmını burada geçiremem.

Jack Goes Boating


17 Ocak 2011 Pazartesi

Kampüste Çıplak Ayaklar

Arda : Deniz ???
Deniz : Aaaaaaaaaaaaaa ............

Wild Target

Ressam : Siz nasıl ... ?
Fabian : Özür dilerim, adım Fabian. Şimdi senden böyle birşeyi çizebilecek birini önermeni istiyorum. Bunu kim yaptı?
Ressam : Rembrandt.
Fabian : Kim?
Ressam : Rembrandt.
Fabian : Bana adresini ver, hemen.
Ressam : O öldü.
Fabian : Öldü mü? Ne zaman?
Ressam : 300 yıl önce.

Red

Victoria : İçeri girdiler.
Sarah : Frank, beni yanında istediğini söyledi.
Victoria : Evet, biraz kız kıza takılmak iyi olur diye düşünmüştüm. Birbirimizi tanırız. Şunu söylemeliyim ki, Frank'i yıllardır tanıyorum ama onu hiç böyle görmemiştim. Yani onun kalbini kırarsan seni öldürürüm, cesedini de ormana gömerim.

12 Ocak 2011 Çarşamba

The Book Of Eli

Solara : Kaç yaşındasın?
Eli : Pardon?
Solara : Buraya gelmeden önce senin yaşlarında çok fazla insan görmedim.
Eli : Yaklaşık olarak patlamadan sonra 30 kış geçti. Tam olarak hatırlamıyorum.
Solara : Nasıl olduğunu hatırlıyor musun? Yani öncesindeki Dünya'yı.
Eli : Evet.
Solara : Nasıldı?
Eli : İnsanların elinde ihtiyaçlarından fazlası vardı. Neyin değerli olup neyin olmadığını bilmiyorduk. İnsanların şu an birbirlerini öldürdükleri şeyleri, o zamanlar fırlatıp atardık.
Solara : Gerçekten mi?
Eli : Evet.

Kolpaçino

Özgür : Sabri Bey, kız arkadaşım aradı, durmak zorundaydım yani kusura bakmayın. Ayrıca içinde bulunduğumuz durumdan ben de pek memnun değilim yani.
Sabri : Sen ne diyorsun ya?
Özgür : Yani diyorum ki gece gece 2 ceset, 6 adam acayip bir yerdeyiz yani.
Sabri : Ne gülüyorsun lan.
Özgür : Gülmüyorum abi.
Sabri : Ne gülüyorsun lan! Yavrum sen kaç yaşındasın?
Özgür : 34 yaşındayım, ne olmuş?
Sabri : Bak kardeşim, sen güzel bir kardeşe benziyorsun. Benim yaşım 50, bak götüme, bak bak iyi bak, heh donum görünüyor. Donum olmasa bizzat götümün kendisi görünecek. Kız arkadaşının arabası pislenmesin diye bu galoşları giydirdin, yolda şıkır şıkır yürüyoruz. Biz ağzımızı açıp şikayet etmiyoruz da, sen mi şikayet ediyorsun heh? Bak kardeşim, güzel kardeşim, canım kardeşim, benimle bir daha sakın polemiğe girme.

Never Let Me Go

Ruth: O değil. Ben, o değilim.
Kathy : Hayır, değilsin.
Tommy : Ama sana çok benziyor.
Ruth : Kapat çeneni Tommy, hiç de bile bana benzemiyor. Daha buraya gelmeden bana benzemeyeceğini biliyordum. O olması mümkün değil. Asla öyle bir kadını baz alarak modellemezler bizi.
Kathy : Ruth, yeter.
Ruth : Ne var ? Hepimiz biliyor ama asla dillendirmiyoruz. Aşağı tabakadaki insanlar tarafından modellendik. Bağımlılardan, orospulardan, ayyaşlardan, evsizlerden. Hatta psikopat olmayan mahkumlardan. Orjinalinizi adamakıllı şekilde aramak istiyorsanız bataklıklara bakın. Geldiğimiz yer orası işte...

10 Ocak 2011 Pazartesi

The Hunger


Miriam : Eminim sizinle saatlerce konuşabilirdik, ama sanırım çok meşgulsünüz.
Sarah : Hayır, çok meşgul değilim. Ya siz?
Miriam : Ben mi? Korkarım benim boş gezen biri olduğumu düşünürsünüz. Zamanım bana ait.
Sarah : Bu harika bir şey. Arkadaşlarınız için, öğle ve akşam yemekleri için, Modern Sanat Müzesi'ndeki kokteyller için bir sürü zamanınız var. Zamanınızı nasıl geçiriyorsunuz? Yalnızlık çekiyor musunuz? Yani özellikle şimdi kocanız yokken.
Miriam : Hayır.
Sarah : Kolyenize bayıldım.
Miriam : Mısır'dan. Sonsuz yaşamın sembolü olduğunu biliyor musunuz?
Sarah : Çaldığınız parçanın adı ne?
Miriam : Delibes'in Lakme'si. Lakme, Hindistan'da bir Brahma prensesidir. Melike adında bir kölesi varmış. Sihirli bir bahçede, suyun üstünden sekip nehrin kaynağına gidişlerinin şarkısını söylüyorlar.
Sarah : Bu bir aşk şarkısı mı?
Miriam : Dediğim gibi, iki kadın tarafından söyleniyor.
Sarah : Aşk şarkısı gibi görünüyor.
Miriam : O zaman öyledir.
Sarah : Bana kur mu yapıyorsunuz Bayan Blaylock?
Miriam : Bana Miriam de.

Machete

Tetikçi : Lütfen Peder, affet beni.
Peder : Tanrı affeder, ben etmem!

127 Hours


5 Ocak 2011 Çarşamba

Mine Vaganti

Tommaso : Büyükanne, neden hala ayaktasın?
Büyükanne : Endişeliyim.
Tommaso : Hangi konuda?
Büyükanne : Hiç.
Tommaso : İlaçlarını aldın mı?
Büyükanne : Antonio'nun getirttiği yeni makineleri gördün mü?
Tommaso : Evet. Antonio'nun durumunu biliyor muydun? Sana söylemiş miydi?
Büyükanne : Fabrikadan her seferinde mutlu dönerdi. Bir nedeni olmalıydı. Evet, bana söyledi. Ama söylemeseydi de fark etmezdi. Yıllar önce, makarnayı elle paketlerdik. Herkesle birlikte oturup saatlerce paketlerdim. Düşünürdüm, " Bu makarna şimdi kime gidecek? Bu ellerimle dokunduğum, yapılmasına yardım ettiğim makarnayı kim yiyecek? " Makineden yeni çıkmış makarnaya hiç dokundun mu?
Tommaso : Hayır.
Büyükanne : Sıcak olur, yumuşak olur. Nicola bazen makarnaya dokunup gülerdi. Makarnayı öyle iyi tanırdı ki. Aramızda geliştirmiştik.
Tommaso : Yarın makarnaya dokunacağım.
Büyükanne : Hayır, dokunma. Hep başkalarının istediğini yaparsan, hayat yaşamaya değmez.

Anchorman

Wes : Merhaba, Ron.
Ron : Sakin ol , Wes.
Wes : Bunu sana söylemek için çok uzun zamandır bekliyordum.
Ron : Peki.
Wes : Midemin en derinliklerinde, her santiminde, senden kesin ve saf bir biçimde nefret ediyorum. Ama lanet olsun ki sana saygı duyuyorum.
Ron : Teşekkürler, kardeşim .

The Squid and The Whale

Walt : Babam artık eskisi kadar başarılı olmadığı için mi oldu bu ? Senin yazın basıldı da onunki basılmadı diye mi?
Joan : Bu hoş bir laf değil.
Walt : Bu harika bir aile. Neden mahvediyorsun?
Joan : Eğer önleyebilseydik önlerdim.
Walt : Neden şimdi? 16 yıldır evlisiniz.
Joan : 17.
Walt : Böyle yaşamayı aklım almıyor.
Joan : Arkadaşlarının çoğunun boşanmış anne babası yok mu?
Walt : Var ama benim yok.
Joan : Artık senin de var.

4 Ocak 2011 Salı

The Killer Inside Me


The Kids Are All Right

Jules : Bunu sürdüremeyiz.
Paul : Biliyorum. Bu..
Jules : Ben evliyim.
Paul : Çocuklar.
Jules : Evet ve ben Nic'i seviyorum.
Paul : Devam ettiği sürece eğlenceliydi.
Jules : Üzgünüm.
(Sevişirler)
Paul : Sana sigara aldım.
Jules : Tanrım. Benim neyim var böyle?

Lat Den Ratte Komma In

Oskar : Sen vampir misin?
Eli : Kan ile yaşayabildiğime göre ... evet.
Oskar : Peki, ölü müsün?
Eli : Hayır, anlaşılmıyor mu ki?
Oskar : Peki, yaşlı mısın?
Eli : 12 yaşındayım, ama çok uzun zamandır 12 yaşındayım.

Exam


Gözcü : Ben sınav gözcüsüyüm. Söyleyeceğim herşeyi dikkatle dinleyin. Herhangi bir tekrarı olmayacak. Bu odaya gelene kadar maruz kaldığınız zorluklar için özür dilemeyeceğim, çünkü tüm o baskılar ve acılar gerekliydi. Zorluklara direnç göstermek bu zor zamanlarda en önemli özelliktir ve bu seçim sürecinden sağ çıkamazsanız işinizle de başa çıkamazsınız.
Pek çok üst düzey aday buraya kadar gelmeye çalıştı ama başarısız oldu. Siz başardınız. Şimdi önünüzde son bir aşama daha var. Üst kadememize katılma amacınızın önünde duran tek bir engel var. Sınav, kıyaslama yapmak için son derece basit, şöyle ki, kimin bu odadan bir iş anlaşmasıyla ayrılacağına ya da otobüsle evine döneceğine karar verecek. Tüm bu imtihanlar süresince bu kuruluşun nasıl bir güce sahip olduğu konusunda bir fikre sahip olmuşsunuzdur, bu yüzden bana inanın, bu odada bizim kurallarımız dışında başka bir kural yok. Geçerli olan tek kural, bizim koyduğumuz kurallardır. Önünüzde sadece bir soru ve verilecek tek bir cevap mevcut.
Benimle veya koruma görevlisiyle iletişime geçmeye çalıştığınız takdirde diskalifiye olursunuz. Kasten veya yanlışlıkla sınav kağıdınıza zarar verdiğiniz takdirde diskalifiye olursunuz. Herhangi bir sebepten ötürü odayı terk etmek isterseniz diskalifiye olursunuz. Sorusu olan? Bayanlar ve baylar hepinize iyi şanslar. Sekizinize de 80'er dakika süre tanınmıştır. Aramıza katılmak için neler yapabileceğiniz konusunda bizi ikna etmek için 80 dakika. Hayatınızın sonraki 80 yılını şekillendirmek için 80 dakika. Başladı...

Resident Evil : Afterlife

Alice : Arcadia'dan acil durum frekansı yayını yapıyorum. Konumumuz 118.30 derece batı boylamı 34.05 derece kuzey enlemi. Burada enfeksiyon yok, tekrar ediyorum, burada enfeksiyon yok. Herkese güvenlik, yemek ve yatak sağlıyoruz. Eğer hayattaysanız, size yardıma geleceğiz. Umut var...

Stone


Stone : Ben Stone.
Jack : Efendim?
Stone : Ben Stone'um. Dosyada Gerald yazdığını biliyorum. Fakat Stone'u tercih ederim.
Jack : Gerald Creeson. O halde "stone" lakap gibi birşey mi?
Stone : Hayır.. Öyle değil.. Biliyorsun, insanların bana dediği gibi.. Bak bunu mu konuşacağız? İlerleyebilir miyiz? Yardım edecek misin, etmeyecek misin? Çünkü bilmelisin uzun zamandan beri buradayım.
Jack : Sakin ol.
Stone : .. ve 3 yıl daha ...
Jack : Sakin ol, Stone. Seni buraya getiren sebebi konuşacağız. Anlatmak ister misin?
Stone : Önünde yazılı duruyor, konuşmak istemiyorum.
Jack : Bir kez daha, benim için. Pekala. Sadece karşılaştırmak isterdim.
Stone : Buradaki bütün salaklar masum olduklarını söylerler, değil mi? Ben en azından kabul ediyorum. Polisler geldiğinde hemen kabul ettim. Şimdi ileriye bakıyorum, beni bekleyen bir işim var ve neden her zaman bu pislik hakkında konuşmak zorunda kalıyorum diye merak ediyorum.
Jack : Hikayenin senden yana olan bölümünü öğrenmek için.
Stone : Cehenneme. Sen de cehenneme git. Bu bokluk için vaktim yok.
Jack : Stone.
Stone : Ağzıma sıçmaya hazırlanıyorsun. Ne yazacaksan yaz ve bir seferde bitirelim. Beni sikmek istiyorsun. Hadi,hadi! Ne istiyorsan onu yap.
Jack : Sakin ol.
Stone : Bu bokluklara karşı koyacağım.
Jack : Stone !
Stone : Kendim çıkacağım, seni dışarıda göreceğim,köpek!
Jack : Stone ! Hücrene kapanmadan ve pilinin bitmesini beklemeden önce, ayırabileceğin iki lanet saniyen var, anlıyor musun? Karşındaki kapıyı görüyor musun? Nereye açıldığını biliyorsun. Geri gel! Geri gelmek istiyor musun? Misafirim ol. Çıkmak, buradan gitmek istiyor musun? Çıkış kapısını bulmak istiyor musun? Çıkış kapısı benim! Ve benden geçersin. Sana lanet bir soru sorarsam, yanıtlamakla iyi edersin, yoksa gidersin ve 3 yıl sonra görüşürüz. Anlıyor musun?
Stone : Evet.
Jack : Otur bok herif !