30 Aralık 2010 Perşembe

Chugyeogja


Polis : Bay Ji-Young Min, araba kimin?
JYM : Afedersiniz, araba mı?
Polis : Evet.
JYM : Tanıdığım birine ait.
Polis : O kişi kim?
JYM : Ne?
Polis : Adı ne?
JYM : Hatırlayamıyorum.
Polis : Numarasını biliyor musunuz?
JYM : Evde kaldı. Bir sorun mu var?
Polis : Yok, arabanın sahibini tanımamanız biraz garip.
JYM : Çok kötü bir hafızam vardır.
Polis : Tamam, yazmaya devam edin... Bay Ji, telefon numaranız 011 ile mi yoksa 016 ile mi başlıyor?
JYM : 011 ile.
Polis : Telefonunuz olmadığını sanıyordum.
JYM : Ne?
Polis : Cep telefonunuz nerede?
JYM : Evde.
Polis : O zaman neden yalan söylediniz? Telefon numaranızı söyleyin... 48 85 değil mi?
JYM : Hayır.
Polis : Hadi ama, bunu kolayca öğrenebilirim... Kızları sattın mı?
JYM : Hayır.
Polis : Doğruyu söyle, kızları sattın mı?
JYM : Hayır dedim ya. Onları satmadım. Öldürdüm.
Polis : Ne?
JYM : Yok birşey.
Polis : Az önce birşey söyledin.
JYM : Ne?
Polis : Onları öldürdüğünü söyledin.
JYM : Evet.
Polis : Ne?
JYM : Evet, onları öldürdüm.

Moon



Sam : Kimseyi öldürmeyeceksin. Biz kimseyi öldüremeyiz. Öldüremezsin, biliyorum öldüremezsin. Çünkü ben de öldüremem.

Cyrus

John: Ne istiyorsun?
Cyrus : Geri dönüp bizimle yaşamanı istiyorum.
John : Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Haydi, eve git Cyrus.
Cyrus : Artık eskisi gibi değil.
John : Eskisi gibi değil mi?
Cyrus : Hayır, onun morali çok bozuk.
John : Her şeyi sen berbat ettiğin için öyle!
Cyrus : Seni özlüyor, John. Onu sevdiğini biliyorum.
John : Evet, biliyorum! Aramızda harika birşey vardı ve sen bunu mahvettin!
Cyrus : Lütfen, John. Beni dinle ve sonra istediğini yap. Taşınırım, ne istersen onu yaparım. Mahvolmuş biri olduğum için onu cezalandırma. Bu onun kabahati değil.
John : Hayır, onun kabahati değil. Onun değil, senin kabahatin! Öyleyse bununla yüzleş, pislik! Bu berbat apartman katına dönmem senin yüzünden oldu. Sen küçük, lanet bir yalancı ve pisliksin! Siktir git şimdi! Defol! .... Orada mısın hala? ... ( Cyrus'ın merdivende ağladığını görür) ... Kenara kay.

Easy A


Olive : Geçen gün tuvalette duydukların hiç mi hiç doğru değil. Bu sadece komik bir hikaye aslında.
Marianne : Olive. Adın buydu, değil mi?
Olive : Evet, sen de Marianne'sin. Ana sınıfından beri birlikte 9 kere aynı sınıftaydık. Aslında 10 kereydi, eğer diğer kültürlerin dinleri dersini de sayarsak, gerçi sen "bilimkurgu bunlar" diyerek gelmemiştin.
Marianne : Evet. Dinle, ahlaksız davranışların için cevap vermek zorunda olduğun kişi ben değilim. Ahlaksızlığını yargılayacak daha yüce bir güç var.
Olive : Tom Cruise mu ?
Marianne : Senin iyiliğin için umarım Tanrı'nın espri anlayışı vardır.
Olive : Olduğuna dair, elimde fıkra gibi 17 yıllık kanıt duruyor.

Black Swan

Thomas : Duyuyor musun? Sana bayıldılar! Küçük prensesim, başarabileceğini biliyordum. Kalk, seyirciyi selamlayacaksın... (çığlık sesleri gelir) Yardım çağırın! Ne yaptın böyle?
Nina : Hissettim.
Thomas : Ne?
Nina : Kusursuz hissettim. Kusursuzdum...

Unthinkable

Helen : Bunu nasıl yapabildin?
Steven : Sen kanıt istedin, ben de ara vermek istedim. Artık dayanabilirim.
Helen : Orası bir alışveriş merkeziydi. 53 kişi öldü.
Steven : Bu senin hatandı. Tanrı hepsini seviyor. Onlar şehit oldu, hepsi şehit.
Helen : 53 kişi ! 53 kişi paramparça oldu! Bombalar nerede? Lanet bombalar nerede?
Steven : Yap hadi! Yap! Ülkemi seviyorum ama siz içine ediyorsunuz! Dinimi seviyorum ama siz dinime tükürüyorsunuz! Şunu unutmayın, buradayım çünkü burada olmak istiyorum. Kendimi yakalattım çünkü ben bir korkak değilim. Bana işkence edecek herkesle yüzyüze olmak istedim. Bana barbar diyorsunuz. Siz nesiniz? Ne yani, 50 sivili öldürdüm diye gözyaşı mı dökeyim? Siz hergün o kadar kişiyi öldürüyorsunuz!


Buried

Paul : Alo ? Kimse var mı ?
Jabir : Nefes alabiliyor musun, alamıyor musun Amerikalı ?
Paul : Bir dakika anlamıyorum sizi. Kimsiniz ?
Jabir : Amerikalı nefes alamıyor mu ?
Paul : Alamıyorum. Lütfen çıkarın beni buradan.
Jabir : Çıkartalım mı ?
Paul : Evet, çıkartın. Lütfen yardım edin.
Jabir : Asker .
Paul : Hayır, ben asker değilim. Şöförüm, nakliyeciyim.
Jabir : Nakliyeci mi ?
Paul : Evet, sadece nakliyeciyim, asker değilim.
Jabir : Blackwater için mi çalışıyorsun ?
Paul : Hayır, güvenlikçi değilim, sadece şöförüm.
Jabir : Amerikalı mısın ?
Paul : Evet
Jabir : O halde askersin !

One Week


Anlatıcı : O olağanüstü berrak anları elde ettiğinizde kainatı anlamlı kılan, o aniden geçen zamanlardır. Umutsuzca o anlara tutunmak istersiniz. Onlar, en kötü zamanların cankurtaran botlarıdılar, her şeyin sonsuzluğu geldiğinde, yaşamın akıl almaz doğası, tam anlamıyla hayalidir. Bu nedenle soru şu hale geliyor ya da başından beri öyle olmalıydı. Eğer yaşamak için bir gününüz, bir haftanız ya da bir ayınız olduğunu öğrenseydiniz ne yapardınız? Hangi cankurtaran botuna binerdiniz? Ne sırlar anlatırdınız? Hangi grubu izlerdiniz? Sevdiğinizi kime ilan ederdiniz? Hangi dileğinizi yapmak isterdiniz? Bir kahve içmek için hangi egzotik yere uçardınız? Ne kitabı yazardınız?

16 Aralık 2010 Perşembe

Rabbit Hole


Howie : Becca ! Ne yaptın sen ?
Becca : Ne oldu ?
Howie : Lanet olsun , telefonuma ne yaptın ?
Becca : Tanrım, Howie. Galiba bu sabah bir şey ....
Howie : Bu sabah kullandığında, telefonuma ne yaptın ?
Becca : Hiçbir şey. Sadece çatı tamircisinin numarasını aldım.
Howie : Tanrı aşkına !
Becca : Onu aramamı sen söylemiştin.
Howie : Danny'nin videosunu silmişsin.
Becca : Hayır silmedim. Sen tam buradaydın, ben de sadece numarayı aldım.
Howie : Evet, ekrana da basmaya devam etmiştin.
Becca : Çünkü telefonun nasıl kullanıldığını anlayamadım.
Howie : Ben baktım zaten, silinmiş.
Becca : Onun yüzlerce videosu var, Howie.
Howie : Konu o değil, Becca.
Becca : O zaman bilgisayarına aktarsaydın.
Howie : Tabii ya , benim hatam.
Becca : Öyle demedim.
Howie : Silinmiş dedim !
Becca : Tanrım, Howie ! Kasıtlı yapmadım ya.
Howie : Emin misin ?
Becca : Bu da ne demek oluyor ? Videosunu kasten sildiğimi mi düşünüyorsun ?
Howie : Bilmiyorum.
Becca : Bilmiyor musun ?
Howie : Onu unutmaya çalışıyorsun sanki. Özür dilerim ama bana öyle geliyor. Her gün yeni bir şey.
Becca : Gerçekten mi ?
Howie : Evet . Sanki ondan kalan tüm eşyaları yok etmeye çalışıyorsun. Çizdiği resimleri buzdolabından kaldırdın.
Becca : Evet, korumak için. Aşağıda kutunun içinde.
Howie : Peki ya kıyafetleri ?
Becca : Onlara ihtiyacımız yok.
Howie : Evi satmak istiyorsun, köpeği annene yolluyorsun.
Becca : Bir sürü olay oluyordu Howie. Köpek ayakaltında dolanıyordu.
Howie : Doğru ya, köpek de onu anımsatıyordu.
Becca : Evet , onu anımsatıyordu. Onu anımsatan birşey daha istemiyordum.
Howie : Çünkü hiçbir zaman köpek istememiştin.
Becca : Tanrı aşkına !
Howie : Köpek almasaydım , Danny hala hayatta olurdu.
Becca : Tabii telefonu almak için içeri girmeseydim veya kapıyı kilitli bıraksaydım.
Howie : Kapıyı ben açık bıraktım !
Becca : Bu oyunu tekrar oynamak istemiyorum Howie. Bu kimsenin suçu değildi.
Howie : Köpeğin de suçu değil. Köpekler sincabın , çocuklar da köpeğin peşine gider.
Becca : Biliyorum .
Howie : O köpeği çok seviyordu . Sen de ondan kurtuldun !
Becca : Tıpkı videodan kurtulduğum gibi.
Howie : Olay sadece video değil , sadece videodan bahsetmiyorum Becca ! Köpek, resimler, kıyafetler, herşey ! Etrafta bir tane resim kalmadı. Tek parmak izi bile yok , lanet olsun ! Onu silmekten vazgeç, bırak artık !
Becca : Sence ben onu her geçen saniye görmüyor muyum ? Video kazara oldu, Howie. İnan bana. Ömür boyu acısını duyacağım, eminim. Tıpkı korumam gereken herşey gibi .
Howie : İstediğim bu değil Becca .
Becca : Öyle mi ? Ama öyle görünüyor. Belki sana acı çekmiyorum gibi geliyordur. Belki yeterince acı çekmiyorum. Benden ne istiyorsun ?
Howie : Biraz değiştim, bunu yapamıyorum. Çok zor... Çok zor. O köpeği geri istiyorum . Annen onu şişmanlatıyor. Köpeği özledim, özür dilerim ama onu özlüyorum ve geri istiyorum .

15 Aralık 2010 Çarşamba

Despicable Me



Fred : Günaydın Gru, nasılsın ?

Gru : Merhaba Fred. Bilgin olsun; köpeğin tüm bahçeme pisliyor, ve bu hiç hoşuma gitmiyor.

Fred : Kusura bakma, köpekleri bilirsin, canları nereye gitmek isterse gidiyorlar.

Gru : Ölürlerse gidemezler ama ... Şakaydı. Gerçek payı da var tabii ... Neyse, sana iyi günler.

Fred : Peki, sana da...

14 Aralık 2010 Salı

The A Team

B.A. Baracus : Naber patron ?
Hannibal Smith: Selam B.A.
B.A. Baracus : Bu iş çok şiddetlenmeyecek değil mi ?
Hannibal Smith : Öyle olmayacağına söz veremem.
B.A. Baracus : Sana kısa birşey okuyacağım. " Şiddetle kazanılmış bir zafer, yenilgiye eşdeğerdir; çünkü anlıktır."
Hannibal Smith : Ghandi . " Şiddet kullanmayarak acizliğimizi gizlemektense , içimizdeki şiddeti açığa çıkarmak daha iyidir."
B.A. Baracus : Bunu kim söylemiş ?
Hannibal Smith : Aynı adam. Ghandi inandığı şeyler uğruna savaşmaktan çekinmezdi. Sen neye inanıyorsun B.A ?

Devil

Detective Bowden : Şu yaptığınıza bir bakın ! Polis olduğum için yaşadıklarınızı anlamadığımı düşünmeyin. Ben de cehennem azabı çektim. Altı ay önce, ben bir otel odası tuttum ve neredeyse ölümüne içtim. Olay şu ki, kendinizi mahvederken bütün olanlar dünyanın suçu gibi gelir. Sanki elinize verilen kartlar kötü gelmiş gibi gelir, ama bu doğru değil. Tamam mı ? Hepsi benim suçumdu. Hem de hepsi . Tek çıkış yolunun, olduğum kişinin sorumluluğunu almak olduğunun farkına vardım. Bu işin sorumlusu sizsiniz. Bunu anlıyorsunuz değil mi ? Yaptıklarınızın sorumluluğunu alın.

Repo Men



Remy : İşim oldukça basit. Arabanızın parasını ödeyemezseniz, banka paranıza el koyar. Evinizin parasını ödeyemezseniz, banka evinize el koyar. Karaciğerinizin parasını ödeyemezseniz, işte o noktada ben devreye giriyorum .

In The Heat Of The Night



Şerif : Eminsin değil mi, Virgil ? Philadelphia' lı bir zenci için ne komik bir isim bu ! Sana orada nasıl hitap ederler ?

Virgil : "Bay Tibbs" diye !

13 Aralık 2010 Pazartesi

The Ghost Writer

Adam Lang : Ben kimseden emir almadım . Her ne yaptıysam, doğru olduğuna inandığım için yaptım.
The Ghost : İşkence yapmak için yasadışı adam kaçırmayı desteklemek için bile mi ?
Adam Lang : Tanrı aşkına , kız kalpli olmayı bırak ! Güç yine elimde olsaydı, ne yapardım biliyor musun ? Havaalanlarında bekleyen iki uçağım olurdu. Birisi, özgeçmiş kontrolleri yapmadığımız, kimsenin sivil özgürlüğünü ihlal etmediğimiz, işkence ile bilgi almadığımız yerler için. Ve diğeri de, tamamen mükemmel olması için mümkün olan herşeyi yapabildiğimiz yerler için. Ve sonra da bakardık, Rycart acaba hangi uçağa çocuklarını koyacak diye ! Bunu da kitabına koyabilirsin !

Ondine

Syracuse : Adım Syracuse ve ben bir alkoliğim.
Peder : Ve 2 yıl 7 aydır ağzına içki sürmüyorsun.
Syracuse : Ve 21 gün
Peder : Çok iyi gidiyorsun Syracuse ...
Syracuse : Kızla ilgili birşey söyleyecektim, Peder.
Peder : Evet, şu sen balık tutarken tanıştığın kız.
Syracuse : Onu ağımla sudan çektim Peder.
Peder : Kendisi bana bir fantezi değil de gerçekmiş gibi göründü Circus.
Syracuse : Syracuse olacak.
Peder : Afedersin, Syracuse. Pekala, ondan bahset biraz. Onunla günaha girdin mi ?
Syracuse : Kesinlikle.
Peder : Ve sanırım bunun için bağışlanmayı da beklemiyorsun.
Syracuse : Hayır.
Peder : Hayır demek. Öyleyse burada ne işin var Syracuse ?
Syracuse : Hani büyük bir sırrı olan kralla ilgili bir hikaye vardır, biliyorsun değil mi Peder ? En sonunda daha fazla dayanamaz ve bunu bir ağaca söyler.
Peder : Peki tamam, buradaki ağaç ben oluyorum sanırım.
Syracuse : Bana şans getirdi. Nedenini bilmiyorum. Korkuyorum Peder. Çünkü, içimde bir umut yeşermeye başlıyor.
Peder : Umudunu hiçbir zaman yitirmemelisin Syracuse.
Syracuse : O boğulmuştu Peder, ve ben onu ağımla hayata geri döndürdüm.
Peder : Bu çok saçma.
Syracuse : Biliyorum. İşte ben de bu yüzden korkuyorum ya . Birşeyler olacağını biliyorum, ya harika birşey ya da son derece kötü. Çünkü o böyle hissettiren bir kız Peder. O öyle biri...İşte benim de sırrım bu. Peki sen ne çeşit bir ağaçsın Peder ?
Peder : Sanırım bir meşe ağacı.
Syracuse : Daha çok kutsal değneklerin yapıldığı ağaçlardan birine benziyorsun.
Peder : Evet, bir dişbudak ağacı.
Syracuse : Bir ağaç ol da , gerisi önemli değil.

The Town

Doug : Claire ? Seninle konuşmak istiyorum. İki dakikalığına. Yapma ama... Claire, seni asla incitmem.
Claire : Artık ne yapacağını ... Dokunma bana !
Doug : Tamam. Özür dilerim. Beni biraz dinle. Sana bir daha asla yalan söylemeyeceğim.
Claire : Gerçekten mi ?
Doug : Evet, söz. İstediğini sor, gerçeği söyleyeceğim.
Claire : Neden ? Sana inanmam .
Doug : İnanacaksın.
Claire : Neden ?
Doug : Çünkü cevaplardan iğreneceksin.
Claire : Banka müdürü olduğumu biliyordun.
Doug : Evet.
Claire : Beni takip ediyor muydun ?
Doug : Evet.
Claire : Kaç banka soydun ?
Doug : Altı kamyonet, iki banka.
Claire : Birisini öldürdün mü hiç ?
Doug : Hayır. Düşün biraz.. Tamam mı ? Bir daha asla yalan söylemeyeceğim, seni incitmeyeceğim. Seni kaybedersem hayatımın sonuna kadar bu pişmanlıkla yaşarım. Bekle beni...

12 Aralık 2010 Pazar

Solitary Man


Ben : Cheston , kız arkadaşın var mı ?
Daniel : Cheston aslında benim soyadım , adım Daniel .
Ben : Çok yazık, dünyada milyonlarca Daniel var. Herkes Daniel olabilir ama sen Cheston olacaksın.
Daniel : Tamam.
Ben : Neyse şu kız meselesine dönelim.
Daniel : Henüz keşif aşamasındayım diyelim.
Ben : Kimseyi yatağa atamadın ha ?
Daniel : Öyle birşey demedim.
Ben : Herşeyin bunu söylüyor, odanın haline baksana. Çarşafını hastanedeymiş gibi alta kıvıran biri günlerini doğru bir şekilde geçirmiyordur.
Daniel : Bugün böyle yapmadığımı sanmıştım.
Ben : Lisede kız arkadaşın vardı değil mi ?
Daniel : Evet
Ben : Onunla BM Model Programı'nda mı tanıştın ?
Daniel : Kamu sosyal yardım servisinde müdür yardımcısıydık .
Ben : Sonra kız üniversiteye gitti. Üst sınıflardan biriyle tanıştı, müdür odasının, dekanın ofisinin tozunu dumana kattı.
Daniel : Üst sınıflardan biri olduğunu nereden bildin ?
Ben : Hep üst sınıflardan olur. Ondan sonra da sen .... Laure mi ?
Daniel : Diana
Ben : Sözlerim kulağına küpe olsun. Orada ihtimallerden başka birşey yoktur.

Away We Go


Burt : Verona ?
Verona : Evet
Burt : Sen benim hayatımın aşkısın !
Verona : Teşekkürler tatlım .
Burt : Benimle evlenir misin ?
Verona : Hayır.