30 Aralık 2010 Perşembe

Chugyeogja


Polis : Bay Ji-Young Min, araba kimin?
JYM : Afedersiniz, araba mı?
Polis : Evet.
JYM : Tanıdığım birine ait.
Polis : O kişi kim?
JYM : Ne?
Polis : Adı ne?
JYM : Hatırlayamıyorum.
Polis : Numarasını biliyor musunuz?
JYM : Evde kaldı. Bir sorun mu var?
Polis : Yok, arabanın sahibini tanımamanız biraz garip.
JYM : Çok kötü bir hafızam vardır.
Polis : Tamam, yazmaya devam edin... Bay Ji, telefon numaranız 011 ile mi yoksa 016 ile mi başlıyor?
JYM : 011 ile.
Polis : Telefonunuz olmadığını sanıyordum.
JYM : Ne?
Polis : Cep telefonunuz nerede?
JYM : Evde.
Polis : O zaman neden yalan söylediniz? Telefon numaranızı söyleyin... 48 85 değil mi?
JYM : Hayır.
Polis : Hadi ama, bunu kolayca öğrenebilirim... Kızları sattın mı?
JYM : Hayır.
Polis : Doğruyu söyle, kızları sattın mı?
JYM : Hayır dedim ya. Onları satmadım. Öldürdüm.
Polis : Ne?
JYM : Yok birşey.
Polis : Az önce birşey söyledin.
JYM : Ne?
Polis : Onları öldürdüğünü söyledin.
JYM : Evet.
Polis : Ne?
JYM : Evet, onları öldürdüm.

Moon



Sam : Kimseyi öldürmeyeceksin. Biz kimseyi öldüremeyiz. Öldüremezsin, biliyorum öldüremezsin. Çünkü ben de öldüremem.

Cyrus

John: Ne istiyorsun?
Cyrus : Geri dönüp bizimle yaşamanı istiyorum.
John : Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Haydi, eve git Cyrus.
Cyrus : Artık eskisi gibi değil.
John : Eskisi gibi değil mi?
Cyrus : Hayır, onun morali çok bozuk.
John : Her şeyi sen berbat ettiğin için öyle!
Cyrus : Seni özlüyor, John. Onu sevdiğini biliyorum.
John : Evet, biliyorum! Aramızda harika birşey vardı ve sen bunu mahvettin!
Cyrus : Lütfen, John. Beni dinle ve sonra istediğini yap. Taşınırım, ne istersen onu yaparım. Mahvolmuş biri olduğum için onu cezalandırma. Bu onun kabahati değil.
John : Hayır, onun kabahati değil. Onun değil, senin kabahatin! Öyleyse bununla yüzleş, pislik! Bu berbat apartman katına dönmem senin yüzünden oldu. Sen küçük, lanet bir yalancı ve pisliksin! Siktir git şimdi! Defol! .... Orada mısın hala? ... ( Cyrus'ın merdivende ağladığını görür) ... Kenara kay.

Easy A


Olive : Geçen gün tuvalette duydukların hiç mi hiç doğru değil. Bu sadece komik bir hikaye aslında.
Marianne : Olive. Adın buydu, değil mi?
Olive : Evet, sen de Marianne'sin. Ana sınıfından beri birlikte 9 kere aynı sınıftaydık. Aslında 10 kereydi, eğer diğer kültürlerin dinleri dersini de sayarsak, gerçi sen "bilimkurgu bunlar" diyerek gelmemiştin.
Marianne : Evet. Dinle, ahlaksız davranışların için cevap vermek zorunda olduğun kişi ben değilim. Ahlaksızlığını yargılayacak daha yüce bir güç var.
Olive : Tom Cruise mu ?
Marianne : Senin iyiliğin için umarım Tanrı'nın espri anlayışı vardır.
Olive : Olduğuna dair, elimde fıkra gibi 17 yıllık kanıt duruyor.

Black Swan

Thomas : Duyuyor musun? Sana bayıldılar! Küçük prensesim, başarabileceğini biliyordum. Kalk, seyirciyi selamlayacaksın... (çığlık sesleri gelir) Yardım çağırın! Ne yaptın böyle?
Nina : Hissettim.
Thomas : Ne?
Nina : Kusursuz hissettim. Kusursuzdum...

Unthinkable

Helen : Bunu nasıl yapabildin?
Steven : Sen kanıt istedin, ben de ara vermek istedim. Artık dayanabilirim.
Helen : Orası bir alışveriş merkeziydi. 53 kişi öldü.
Steven : Bu senin hatandı. Tanrı hepsini seviyor. Onlar şehit oldu, hepsi şehit.
Helen : 53 kişi ! 53 kişi paramparça oldu! Bombalar nerede? Lanet bombalar nerede?
Steven : Yap hadi! Yap! Ülkemi seviyorum ama siz içine ediyorsunuz! Dinimi seviyorum ama siz dinime tükürüyorsunuz! Şunu unutmayın, buradayım çünkü burada olmak istiyorum. Kendimi yakalattım çünkü ben bir korkak değilim. Bana işkence edecek herkesle yüzyüze olmak istedim. Bana barbar diyorsunuz. Siz nesiniz? Ne yani, 50 sivili öldürdüm diye gözyaşı mı dökeyim? Siz hergün o kadar kişiyi öldürüyorsunuz!


Buried

Paul : Alo ? Kimse var mı ?
Jabir : Nefes alabiliyor musun, alamıyor musun Amerikalı ?
Paul : Bir dakika anlamıyorum sizi. Kimsiniz ?
Jabir : Amerikalı nefes alamıyor mu ?
Paul : Alamıyorum. Lütfen çıkarın beni buradan.
Jabir : Çıkartalım mı ?
Paul : Evet, çıkartın. Lütfen yardım edin.
Jabir : Asker .
Paul : Hayır, ben asker değilim. Şöförüm, nakliyeciyim.
Jabir : Nakliyeci mi ?
Paul : Evet, sadece nakliyeciyim, asker değilim.
Jabir : Blackwater için mi çalışıyorsun ?
Paul : Hayır, güvenlikçi değilim, sadece şöförüm.
Jabir : Amerikalı mısın ?
Paul : Evet
Jabir : O halde askersin !

One Week


Anlatıcı : O olağanüstü berrak anları elde ettiğinizde kainatı anlamlı kılan, o aniden geçen zamanlardır. Umutsuzca o anlara tutunmak istersiniz. Onlar, en kötü zamanların cankurtaran botlarıdılar, her şeyin sonsuzluğu geldiğinde, yaşamın akıl almaz doğası, tam anlamıyla hayalidir. Bu nedenle soru şu hale geliyor ya da başından beri öyle olmalıydı. Eğer yaşamak için bir gününüz, bir haftanız ya da bir ayınız olduğunu öğrenseydiniz ne yapardınız? Hangi cankurtaran botuna binerdiniz? Ne sırlar anlatırdınız? Hangi grubu izlerdiniz? Sevdiğinizi kime ilan ederdiniz? Hangi dileğinizi yapmak isterdiniz? Bir kahve içmek için hangi egzotik yere uçardınız? Ne kitabı yazardınız?

16 Aralık 2010 Perşembe

Rabbit Hole


Howie : Becca ! Ne yaptın sen ?
Becca : Ne oldu ?
Howie : Lanet olsun , telefonuma ne yaptın ?
Becca : Tanrım, Howie. Galiba bu sabah bir şey ....
Howie : Bu sabah kullandığında, telefonuma ne yaptın ?
Becca : Hiçbir şey. Sadece çatı tamircisinin numarasını aldım.
Howie : Tanrı aşkına !
Becca : Onu aramamı sen söylemiştin.
Howie : Danny'nin videosunu silmişsin.
Becca : Hayır silmedim. Sen tam buradaydın, ben de sadece numarayı aldım.
Howie : Evet, ekrana da basmaya devam etmiştin.
Becca : Çünkü telefonun nasıl kullanıldığını anlayamadım.
Howie : Ben baktım zaten, silinmiş.
Becca : Onun yüzlerce videosu var, Howie.
Howie : Konu o değil, Becca.
Becca : O zaman bilgisayarına aktarsaydın.
Howie : Tabii ya , benim hatam.
Becca : Öyle demedim.
Howie : Silinmiş dedim !
Becca : Tanrım, Howie ! Kasıtlı yapmadım ya.
Howie : Emin misin ?
Becca : Bu da ne demek oluyor ? Videosunu kasten sildiğimi mi düşünüyorsun ?
Howie : Bilmiyorum.
Becca : Bilmiyor musun ?
Howie : Onu unutmaya çalışıyorsun sanki. Özür dilerim ama bana öyle geliyor. Her gün yeni bir şey.
Becca : Gerçekten mi ?
Howie : Evet . Sanki ondan kalan tüm eşyaları yok etmeye çalışıyorsun. Çizdiği resimleri buzdolabından kaldırdın.
Becca : Evet, korumak için. Aşağıda kutunun içinde.
Howie : Peki ya kıyafetleri ?
Becca : Onlara ihtiyacımız yok.
Howie : Evi satmak istiyorsun, köpeği annene yolluyorsun.
Becca : Bir sürü olay oluyordu Howie. Köpek ayakaltında dolanıyordu.
Howie : Doğru ya, köpek de onu anımsatıyordu.
Becca : Evet , onu anımsatıyordu. Onu anımsatan birşey daha istemiyordum.
Howie : Çünkü hiçbir zaman köpek istememiştin.
Becca : Tanrı aşkına !
Howie : Köpek almasaydım , Danny hala hayatta olurdu.
Becca : Tabii telefonu almak için içeri girmeseydim veya kapıyı kilitli bıraksaydım.
Howie : Kapıyı ben açık bıraktım !
Becca : Bu oyunu tekrar oynamak istemiyorum Howie. Bu kimsenin suçu değildi.
Howie : Köpeğin de suçu değil. Köpekler sincabın , çocuklar da köpeğin peşine gider.
Becca : Biliyorum .
Howie : O köpeği çok seviyordu . Sen de ondan kurtuldun !
Becca : Tıpkı videodan kurtulduğum gibi.
Howie : Olay sadece video değil , sadece videodan bahsetmiyorum Becca ! Köpek, resimler, kıyafetler, herşey ! Etrafta bir tane resim kalmadı. Tek parmak izi bile yok , lanet olsun ! Onu silmekten vazgeç, bırak artık !
Becca : Sence ben onu her geçen saniye görmüyor muyum ? Video kazara oldu, Howie. İnan bana. Ömür boyu acısını duyacağım, eminim. Tıpkı korumam gereken herşey gibi .
Howie : İstediğim bu değil Becca .
Becca : Öyle mi ? Ama öyle görünüyor. Belki sana acı çekmiyorum gibi geliyordur. Belki yeterince acı çekmiyorum. Benden ne istiyorsun ?
Howie : Biraz değiştim, bunu yapamıyorum. Çok zor... Çok zor. O köpeği geri istiyorum . Annen onu şişmanlatıyor. Köpeği özledim, özür dilerim ama onu özlüyorum ve geri istiyorum .

15 Aralık 2010 Çarşamba

Despicable Me



Fred : Günaydın Gru, nasılsın ?

Gru : Merhaba Fred. Bilgin olsun; köpeğin tüm bahçeme pisliyor, ve bu hiç hoşuma gitmiyor.

Fred : Kusura bakma, köpekleri bilirsin, canları nereye gitmek isterse gidiyorlar.

Gru : Ölürlerse gidemezler ama ... Şakaydı. Gerçek payı da var tabii ... Neyse, sana iyi günler.

Fred : Peki, sana da...

14 Aralık 2010 Salı

The A Team

B.A. Baracus : Naber patron ?
Hannibal Smith: Selam B.A.
B.A. Baracus : Bu iş çok şiddetlenmeyecek değil mi ?
Hannibal Smith : Öyle olmayacağına söz veremem.
B.A. Baracus : Sana kısa birşey okuyacağım. " Şiddetle kazanılmış bir zafer, yenilgiye eşdeğerdir; çünkü anlıktır."
Hannibal Smith : Ghandi . " Şiddet kullanmayarak acizliğimizi gizlemektense , içimizdeki şiddeti açığa çıkarmak daha iyidir."
B.A. Baracus : Bunu kim söylemiş ?
Hannibal Smith : Aynı adam. Ghandi inandığı şeyler uğruna savaşmaktan çekinmezdi. Sen neye inanıyorsun B.A ?

Devil

Detective Bowden : Şu yaptığınıza bir bakın ! Polis olduğum için yaşadıklarınızı anlamadığımı düşünmeyin. Ben de cehennem azabı çektim. Altı ay önce, ben bir otel odası tuttum ve neredeyse ölümüne içtim. Olay şu ki, kendinizi mahvederken bütün olanlar dünyanın suçu gibi gelir. Sanki elinize verilen kartlar kötü gelmiş gibi gelir, ama bu doğru değil. Tamam mı ? Hepsi benim suçumdu. Hem de hepsi . Tek çıkış yolunun, olduğum kişinin sorumluluğunu almak olduğunun farkına vardım. Bu işin sorumlusu sizsiniz. Bunu anlıyorsunuz değil mi ? Yaptıklarınızın sorumluluğunu alın.

Repo Men



Remy : İşim oldukça basit. Arabanızın parasını ödeyemezseniz, banka paranıza el koyar. Evinizin parasını ödeyemezseniz, banka evinize el koyar. Karaciğerinizin parasını ödeyemezseniz, işte o noktada ben devreye giriyorum .

In The Heat Of The Night



Şerif : Eminsin değil mi, Virgil ? Philadelphia' lı bir zenci için ne komik bir isim bu ! Sana orada nasıl hitap ederler ?

Virgil : "Bay Tibbs" diye !

13 Aralık 2010 Pazartesi

The Ghost Writer

Adam Lang : Ben kimseden emir almadım . Her ne yaptıysam, doğru olduğuna inandığım için yaptım.
The Ghost : İşkence yapmak için yasadışı adam kaçırmayı desteklemek için bile mi ?
Adam Lang : Tanrı aşkına , kız kalpli olmayı bırak ! Güç yine elimde olsaydı, ne yapardım biliyor musun ? Havaalanlarında bekleyen iki uçağım olurdu. Birisi, özgeçmiş kontrolleri yapmadığımız, kimsenin sivil özgürlüğünü ihlal etmediğimiz, işkence ile bilgi almadığımız yerler için. Ve diğeri de, tamamen mükemmel olması için mümkün olan herşeyi yapabildiğimiz yerler için. Ve sonra da bakardık, Rycart acaba hangi uçağa çocuklarını koyacak diye ! Bunu da kitabına koyabilirsin !

Ondine

Syracuse : Adım Syracuse ve ben bir alkoliğim.
Peder : Ve 2 yıl 7 aydır ağzına içki sürmüyorsun.
Syracuse : Ve 21 gün
Peder : Çok iyi gidiyorsun Syracuse ...
Syracuse : Kızla ilgili birşey söyleyecektim, Peder.
Peder : Evet, şu sen balık tutarken tanıştığın kız.
Syracuse : Onu ağımla sudan çektim Peder.
Peder : Kendisi bana bir fantezi değil de gerçekmiş gibi göründü Circus.
Syracuse : Syracuse olacak.
Peder : Afedersin, Syracuse. Pekala, ondan bahset biraz. Onunla günaha girdin mi ?
Syracuse : Kesinlikle.
Peder : Ve sanırım bunun için bağışlanmayı da beklemiyorsun.
Syracuse : Hayır.
Peder : Hayır demek. Öyleyse burada ne işin var Syracuse ?
Syracuse : Hani büyük bir sırrı olan kralla ilgili bir hikaye vardır, biliyorsun değil mi Peder ? En sonunda daha fazla dayanamaz ve bunu bir ağaca söyler.
Peder : Peki tamam, buradaki ağaç ben oluyorum sanırım.
Syracuse : Bana şans getirdi. Nedenini bilmiyorum. Korkuyorum Peder. Çünkü, içimde bir umut yeşermeye başlıyor.
Peder : Umudunu hiçbir zaman yitirmemelisin Syracuse.
Syracuse : O boğulmuştu Peder, ve ben onu ağımla hayata geri döndürdüm.
Peder : Bu çok saçma.
Syracuse : Biliyorum. İşte ben de bu yüzden korkuyorum ya . Birşeyler olacağını biliyorum, ya harika birşey ya da son derece kötü. Çünkü o böyle hissettiren bir kız Peder. O öyle biri...İşte benim de sırrım bu. Peki sen ne çeşit bir ağaçsın Peder ?
Peder : Sanırım bir meşe ağacı.
Syracuse : Daha çok kutsal değneklerin yapıldığı ağaçlardan birine benziyorsun.
Peder : Evet, bir dişbudak ağacı.
Syracuse : Bir ağaç ol da , gerisi önemli değil.

The Town

Doug : Claire ? Seninle konuşmak istiyorum. İki dakikalığına. Yapma ama... Claire, seni asla incitmem.
Claire : Artık ne yapacağını ... Dokunma bana !
Doug : Tamam. Özür dilerim. Beni biraz dinle. Sana bir daha asla yalan söylemeyeceğim.
Claire : Gerçekten mi ?
Doug : Evet, söz. İstediğini sor, gerçeği söyleyeceğim.
Claire : Neden ? Sana inanmam .
Doug : İnanacaksın.
Claire : Neden ?
Doug : Çünkü cevaplardan iğreneceksin.
Claire : Banka müdürü olduğumu biliyordun.
Doug : Evet.
Claire : Beni takip ediyor muydun ?
Doug : Evet.
Claire : Kaç banka soydun ?
Doug : Altı kamyonet, iki banka.
Claire : Birisini öldürdün mü hiç ?
Doug : Hayır. Düşün biraz.. Tamam mı ? Bir daha asla yalan söylemeyeceğim, seni incitmeyeceğim. Seni kaybedersem hayatımın sonuna kadar bu pişmanlıkla yaşarım. Bekle beni...

12 Aralık 2010 Pazar

Solitary Man


Ben : Cheston , kız arkadaşın var mı ?
Daniel : Cheston aslında benim soyadım , adım Daniel .
Ben : Çok yazık, dünyada milyonlarca Daniel var. Herkes Daniel olabilir ama sen Cheston olacaksın.
Daniel : Tamam.
Ben : Neyse şu kız meselesine dönelim.
Daniel : Henüz keşif aşamasındayım diyelim.
Ben : Kimseyi yatağa atamadın ha ?
Daniel : Öyle birşey demedim.
Ben : Herşeyin bunu söylüyor, odanın haline baksana. Çarşafını hastanedeymiş gibi alta kıvıran biri günlerini doğru bir şekilde geçirmiyordur.
Daniel : Bugün böyle yapmadığımı sanmıştım.
Ben : Lisede kız arkadaşın vardı değil mi ?
Daniel : Evet
Ben : Onunla BM Model Programı'nda mı tanıştın ?
Daniel : Kamu sosyal yardım servisinde müdür yardımcısıydık .
Ben : Sonra kız üniversiteye gitti. Üst sınıflardan biriyle tanıştı, müdür odasının, dekanın ofisinin tozunu dumana kattı.
Daniel : Üst sınıflardan biri olduğunu nereden bildin ?
Ben : Hep üst sınıflardan olur. Ondan sonra da sen .... Laure mi ?
Daniel : Diana
Ben : Sözlerim kulağına küpe olsun. Orada ihtimallerden başka birşey yoktur.

Away We Go


Burt : Verona ?
Verona : Evet
Burt : Sen benim hayatımın aşkısın !
Verona : Teşekkürler tatlım .
Burt : Benimle evlenir misin ?
Verona : Hayır.

10 Kasım 2010 Çarşamba

Ertuğrul Sağlam


Ertuğrul Sağlam'ın basın toplantısından alıntıdır ; " Varsın bu sene Şampiyonlar Ligi'nde başarılı olmasın Bursaspor. Sonunda 'sadece oynadık ve tecrübe kazandık' diyelim. "
İşte bunu demeyelim hocam ! Böyle dersek bir yere varamıyoruz zaten ... Ş.L.'ndeki ilk senesinde gruptan çıkmayı son maçta kaçıran Basel'i hatırla , ya da Cluj 'un rakiplere kök söktürmesini hatırla... Bursaspor tarihi bir fırsatı kaçırdı , kulübü ekonomik sıkıntıya sokmamak için vasat transferlerle , grupta beklenen patlamayı yapamadı. Ülke puanından bahsetmiyorum bile, her sene daha geri gidiyoruz ... Çok büyük hayal kırıklığısın benim için Bursaspor, çok büyük .....

Fenerbahçe vs Chelsea


Bu sezon Fenerbahçe ile Chelsea , liglerinde şampiyon olmak için benzer sorunla başa çıkmak zorundalar ; zorluk derecesi yüksek olan maçlarda gol oranını arttırmak !
TSL 'nde geride bıraktığımız 11 hafta boyuncu Fenerbahçe, ligin vasat takımlarına 6 maçta 25 gol atarken, ligin elit takımlarına karşı oynadığı 5 maçta sadece 4 gol atabildi.
Chelsea de benzer sorunları yaşamakta ... 12 . haftası geride kalan Premier Lig 'de , vasat takımlara karşı 7 maçta 25 gol atan takım, elit takımlara karşı ise 5 maçta sadece 3 gol atabildi.
Nasıl bir çare bulurlar bilmiyorum ama en azından çözümü bulan diğer takımı haberdar etsin :)

2 Farklı İnsan 2 Farklı Röportaj

Bu hafta iki röportaj çok konuşuldu . Birincisi yukarıda resmini gördüğünüz Batuhan Karadeniz ... Eskişehir'deki yaşantısı anlattı Lig Tv'ye ... 63 saniye olan trafik ışığının adam öldüreceğinden , bu yüzden sürekli kırmızı ışıkta geçtiğini , Mobese yüzünden yakalandığını , ama ceza nasıl olsa devlete gidiyor diye , içinin rahat olduğunu anlattı. Son model arabasıyla Eskişehir - İstanbul arasını 1 saat 15 dakikada gittiğini söyledi ... Enteresan olan ne kendi geleceğiyle ilgili, ne de kulübüyle ilgili tek kelime etmedi ! Bunların pek de umurunda olduğunu zannetmiyorum ... Seri üretimde ara sıra bozuk mallar da çıkar , Batuhan da bunlardan biri maalesef... Yetenekli ama egosu gözünü köreltmiş ...





Bir diğer röportaj ise Şota Arveladze ile yapıldı Ntvspor tarafından... Az Alkmaar kulübünde Louis Van Gaal ' in yardımcılığından sonra , 1. adamlığa terfi ettiği ilk senesinde Kayserispor'da harika bir başlangıç yaptı bu genç adam. Neden Türkiye diye sorulduğunda ,Rusya'nın Gürcistan'a hava saldırısı yaptığı dönemde ailesinin yaşadığı dramdan bahsetti ve Türkiye'nin pasaportsuz , sorgusuz sualsiz kendilerine geçiş izni vermesini unutamadığını anlattı . Trabzonspor 'daki futbolculuk döneminde de her zaman düzgün insan profili çizmişti zaten ...
Eğer siz, geride güzel anılar bırakırsanız , unutulmazsınız , ayrıcalık görürsünüz, başarılı olamasanız bile ... Ama Batuhan gibi adamlar , bir gün unutulmaya mahkumdurlar...

Mustafa Kemal Atatürk

Çocukça bir özlem bizimkisi ... Batman , Spider Man ile karşılaşmanın hayali gibi ... Bir gün olsun geri dönsen, halkına " Her şey yoluna girecek " desen ... Hepimizin duymaya ihtiyacı olan şey bu , ama sadece senden , halkına yalan söylemeyecek tek adamdan ! İşte o zaman bu millet, üzerindeki ölü toprağını kaldırıp harekete geçecektir .... Senin önderliğinde, senin çizdiğin hedeflere doğru ....

10 Ekim 2010 Pazar

1 Dakikalık Saygı Duramayışı !!!

Fenerbahçe - Beşiktaş maçı öncesi vefat eden Ali Çorbalı için 1 dak. saygı duruşu yapıldı , daha doğrusu yapılamadı ! Karşılıklı küfürler, terör örgütüne lanet okumalar , homurdanmalar ve ıslıklar eşliğinde geride bırakılan 1 dakikaya şahit olduk o gece...

Şimdi kendinizi Çorbalı ailesinin ve yakın dostlarının yerine koyun ... Onlar kendilerine saygı duyulmasını beklerken , adeta hakarete uğradılar seyirciler tarafından . Eğer terör örgütüne lanet okuyacaksanız 60 saniye sonra okuyun ! Rakip takıma küfür edecekseniz 60 saniye sonra edin ! Birbirinizle kavga edecekseniz 60 saniye sonra edin !

Benim beklentim ve isteğim şudur ki, Türkiye'de bundan sonra maçlarda saygı duruşu yapılmasın, çünkü insanların duygularını incitmekten başka hiçbir işe yaramıyor bu durum.

Biz böyle bir millet değildik, " Ali Emiri Efendi bizde müthiş kitap toplayıcılarının başında gelir ve Divan-ı Lugat-üt Türk'ü (şahsi gelirleriyle) bir yerden satın almıştır. Ali Emiri Efendi, ölmeden önce 18 bin kadar yazma eseri ve kıymetli kitabı ( taş baskısı falan) Millet Kütüphanesi'ne bağışlamıştır. Cenazesi oradan geçerken, o halk kimsenin düşünmeyeceği bir incelikle Millet Kütüphanesi'nin önünde tabutunu havaya kaldırdı. Adeta, kitapları onu selamlasın o da kitaplarına baksın, diye.. Öyle götürüp defnettiler Ali Emiri Efendi'yi..."

O saygı duruşu sırasında biz sadece Çorbalı ailesine hakaret etmedik, aynı zamanda atalarımıza ihanet ettik !

Not :Ali Emiri Efendi'nin cenazesiyle ilgili bilgi için; İlber Ortaylı , Zaman Kaybolmaz sf:85

8 Ekim 2010 Cuma

Guti vs Nobre


Fenerbahçe'ye karşı ikinci yarı tek kale oynuyorsunuz, 83.dakikada skoru eşitliyorsunuz. İyi oynarken gelmiş olan golle birlikte özgüveniniz de artıyor ve kazanmayı istiyorsunuz demek isterdim ama maalesef bu herkes için geçerli değil. Nobre 90.dakikada topu aldı ve korner direğinde süreye oynamaya kalktı , 1-1 i yeterli gördü yani... Guti ise 92. dakikada orta sahadaki serbest atışı çok hızlı bir şekilde ceza sahasındaki Bobo'ya aktardı, savunmayı gafil avlama düşüncesiyle ... İşte bizim takımlarımızın aldığı yabancı oyuncular bu karakterde olmalı , Nobre gibi vizyonsuz ve korkak değil , Guti gibi kazanmak için sürekli fırsat yaratan , belli bir vizyonu olan, takımı ileriye taşıyan...

13 Eylül 2010 Pazartesi

Güven Varol - Manisaspor Taraftarı


3 sezon boyunca 64 maçta formasını giydiği ve geçen sezon kaptanlığını yaptığı eski takımı Manisaspor'a attığı harika golden sonra sevinmedi Güven Varol. Kafasını öne eğdi , orta sahaya doğru yürümeye başladı. Manisaspor taraftarı da onun adını haykırdı , golünü alkışladı. Eğer adam gibi adamsanız, ayrıldığınız kulüplerde iz bırakırsınız, Güven Varol da bu oyunculardan biri ..

Stephen Ireland Olmak

Man. City ile son 5 sezonda 177 maç 23 gol , yaşı henüz 24 ve zaman zaman fotoğrafta gördüğünüz gibi kaptanlık pazubandını takan bu adam , James Milner transferinin küçük detaylarından biri olarak Aston Villa'ya yollandı.
Eğer siz , takıma karşı aidiyet duygusu gelişsin ( yani bizi bir anda yarı yolda bırakmasın) diye Carlos Tevez'e kaptanlığı verip , Stephen Ireland gibi takımda sembol isim olmaya doğru giden bir oyuncuyu yok pahasına başka bir takıma yolluyorsanız büyük takım olamazsınız, zaman zaman büyük takımmış gibi olursunuz o kadar.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Fenerbahçe & Antalyaspor


Geçen sezonun son maçı olan ve Fenerbahçe'nin şampiyonluğu kaybetmesine sebep olan Trabzonspor maçında kaçan hangi pozisyon varsa, bu maçta 25 dakika içinde hepsi gol oldu. Futbol tanrıları geçen sezon için özür diler gibiydi adeta. Geriye kalan 65 dakika için söylenecek pek fazla bişiy yok zaten, tamamen formaliteden ibaretti. Semih, Niang'ın transferiyle motivasyonu artmış bir şekilde , tribünden maçı izleyen oyuncuya gözdağı verdi. Gökhan Gönül'ü izlemek her zaman bir keyif, makine gibi hiç durmadan bir ileri bir geri , sağ kanadı tek başına sırtladı. Asıl konuşulması gereken takım Antalyaspor. İlk yarı amatör küme takımı gibi oynadılar, ikinci yarıda biraz toparlandılar ama eminim Mehmet Özdilek sezonun en ağır tokadını ilk haftadan yemiş olmanın tesellisini yaşıyordur.

Joe Cole

Liverpool formasıyla çıktığı ilk Premier Lig maçında kırmızı kart gören Joe Cole için en güzel yorumu maçı anlatan İngiliz spiker yaptı ; " the first match in reds end with red" ...

Gemisini Batıran Kaptan !

Birmingham City'nin tecrubeli kaptanı Stephen Carr , ligin ilk maçı olan Sunderland deplasmanında , önce 25. dakikada penaltı yaptırdı, sonra da 56. dakikada kendi kalesine gol attı. Kaptanlar için her zaman gemisini kurtaracak diye bir şey yok , arada bir de batırıyorlar...

Gitme Desem Canım ....


Ashley Young ve James Milner .... Bu iki adam Aston Villa 'nın kalbi ! Ve iki oyuncu da takımdan ayrılmak istiyor. Yönetim de iki oyuncuyu satmaktan yana, bu yüzden ligin başlamasına 3 gün kala teknik direktör Martin O'neill kulübe istifasını verdi. Ligin ilk maçına yardımcı antrenörleriyle çıktılar. Ashley Young'ı Totenham ve Man. City, James Milner'ı ise Man. City istiyor. İki oyuncu da ligin ilk maçında sahadaydılar, ve 3-0 lık West Ham galibiyetinde çok önemli roller üstlendiler. İşte gerçek profesyonellik budur ! Her an takımdan ayrılabilirsiniz, ama transfer olacağınız güne kadar, oynadığınız takım için terinizin son damlasına kadar mücadele etmek zorundasınız. Özellikle James Milner oyundan çıkarken taraftara veda eder gibiydi, gelişmeleri bekleyip göreceğiz.

Kalecilerin Haftası

İngiltere Premier Lig'in ilk haftasına kaleciler damgasını vurdu. Pepe Reina yaptığı hatayla , Arsenal karşısında 10 kişiyle kahramanca oynayıp , öne geçen takımının süper başlangıç hayallerini kendi kalesine attığı golle sonlandırdı. Everton'un kalecisi Tim Howard da elinden kaçırdığı topla takımının Blackburn deplasmanından puansız dönmesine sebep oldu. Wigan Athletics'in kalecisi Chris Kirkland ise kendi sahalarında ligin yeni takımı Blackpool karşısında 3 hatalı gol yiyerek galibiyet bekleyen Wigan taraftarlarını şoka uğrattı.

15 Ağustos 2010 Pazar

Buca & Beşiktaş


Bu zeminde futbol konuşanın canı cıksın ! İki takımda bu maçı bir an önce unutup , kazasız belasız bu maçı tamamladığı için minnettar olsun. Beşiktaş bu sezon başarılı olur mu bilinmez ama ligin açık ara en havalı takımı olduğu kesin. Guti'nin attığı pas, sadece onun kalitesinde oyuncuların atabileceği türden bir pastı, yani Türkiye'deki orta saha oyuncularının % 99'unun atamayacağı bir pas.
Buca belli ki hazır değil, yeni sezona 17 yeni transferle girerseniz olacağı budur zaten. İlk 8 hafta topladıkları her puan başarıdır.
Beşiktaş'ta beni şaşırtan 1-0 öne geçip , rakip 10 kişi kaldıktan sonra ciddi savunma zaafiyeti göstermeleri. Ligin ilk 8 takımına karşı çok zorlanacakları kesin. Schuster'in bu konuda ciddi bir şekilde kafa yorması gerekli , yoksa çok önemli puan kayıpları yaşayabilirler.

Materazzi'yi Kıskandıran Adam

Adı Nigel De Jong , ben kısaca " Kasap " diyorum . Total Futbol oynamakla , Fair Play ruhuna sahip olmakla övünen Hollanda , bu dünya kupasında oynadığı futbolla kendine ihanet etti. Bundan 20 sene sonra böyle futbol oynadıkları için kendilerinden utanacaklar. İzlediğim hiç bir kupa finalinde bir takımın , karşısındaki takımı şiddetle bu kadar sindirmeye çalıştığına tanık olmamıştım. Hakem de buna fazlasıyla çanak tuttu. Tebrikler Hollanda, yıllardır herkese hayran bıraktığın futbol anlayışını ,bir günde yerle bir ettiğin için.

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Chelsea & West Bromwich Albion


Şampiyon bıraktığı yerden devam ediyor ! Bu adamlar bunu nasıl başarıyor bilmiyorum ama gol atmak bu kadar basit olmamalı ! Sanki her vurdukları gol olacakmış gibi geliyor bana. Geçen seneyi 103 golle gol rekoru kırarak şampiyon tamamladıktan sonra yeni sezona da WBA karşısında 6 gollü bir başlangıç yaptılar. Bir arada oynamaya bu kadar alışık oyuncular olunca sonuca gitmek ister istemez kolaylaşıyor. Community Shield'da Man Utd karşısında pek iyi sinyaller vermemişlerdi ama bugün toparlandıklarını gösterdiler. 103 gollük rekorun üzerine çıkarlar mı bilinmez ama , o gol sayısına yakın bir rakamla ligi bitireceklerini söylemek hiç de zor değil.
Son olarak da şunu belirtmek gerek ki , Premier Lig'in ilk sekizi ile son sekizi arasındaki uçurum her geçen gün artıyor. Bu tablo size tanıdık geldi mi ? :)

Frank Rijkaard & Galatasaray


Uzun zamandır izlediğim en kötü Galatasaray ! Bunda kuşkusuz Rijkaard'ın kadro tercihlerinin payı çok büyük. Maça devşirme santrafor Harry Kewell'la başlıyorsun, bu arada yedekte Mehmet Batdal ve Milan Baros var. Eğer Baros oynayabilecek durumdaysa , neden maça ilk 11'de başlamaz ? Emre Çolak , henüz böyle sert deplasmanlarda ilk 11 'de oyanayacak kapasiteye sahip değil. Mehmet Batdal ise eminim Baros oynamıyorsa ben neden ilk 11'de değilim diye kendine soruyordur. Rijkaard'ın haklı olduğu konularda vardır tabii, istediği transferler bir türlü yapılamadı , ama en azından elindeki kadronun en iyisini çıkarmak zorundasın, teknik direktörlük dediğin şey budur zaten !
Bunun dışında camiada ( oyuncular - teknik direktör - yönetim - taraftar ) inanılmaz bir gerginlik ortamı var. Arda'nın maçta Emre'ye bağırması, Rijkaard'ın rakip takımın yardımcısıyla kavga etmesi, Gökhan Zan'ın yedek kulübesindeki agresif tavırları, Haldun Üstünel'in istifası sonrası taraftarların tepkisi vs...
Kısaca lig, Galatasaray için hiç de iyi başlamadı. Ve eğer bu durum devam ederse , Gs & Rijkaard işbirliği her an bitebilir gibi geliyor bana...

Sabri Sarıoğlu & Türk Hakemliği


Sabri Sarıoğlu oynadığı 291 resmi maçta kırmızı kart görmeyerek rekor kırdı ! "Hakemlerimize neden güvenilmiyor ? Türk hakemliği neden ileriye gidemiyor ? " sorularının cevabı bu cümlede gizli.

13 Ağustos 2010 Cuma

Obsesif - Kompulsif Bir Adam


Obsesif - Kompulsif ; " Kontrol edilemeyen ama sürekli tekrar edilen mantıksız alışkanlıklar " anlamına gelen bir rahatsızlıklır. Bugün Fenerbahçe'de Guiza sorunu diye bir sorun varsa bunun en önemli sebebi Christoph Daum'dur. Sürekli gol kaçıran bir oyuncuyu oyundan çıkarmamak , taraftarla karşı karşıya getirmek, Semih gibi çok özellikli bir santraforu yedek kulübesinde heba etmek, sezon boyunca ikisini bir arada oynatmamak. Herkes Guiza'yı eleştiriyor ama biz hiç Guiza'yı çift forvet oynarken göremedik ki , - belki 1-2 maç- , bu adamdan tek forvet olmaz , bunu görmek için teknik direktör olmaya gerek yok. Böylesine önemli bir oyuncuyu espri malzemesi haline getirmek, gitsin diye gözünün içine bakmak , ancak "kontrol edilemeyen ama sürekli tekrar edilen mantıksız alışkanlıklar" ile açıklanabilir.

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Guus Hiddink ve Kadro Tercihleri


Ligin en iyi orta sahası Trabzonspor'da ama milli takımda sadece kalecisi var. Ligin en iyi stoperlerinden Ömer Erdoğan kadroda yok, yerine "cam adam" Gökhan Zan var. Umarım kadroyu hala Oğuz Çetin seçiyordur, yoksa büyük hayal kırıklığına uğrayacağım.

Steven Gerrard


Steven Gerrard, Wembley Stadı'nda oynanan Chelsea - Man Utd community shield finalinde taraftarların İngiliz milli takım formasını giyen futbolcuları ıslıklaması üzerine , " o gün stattaki taraftarlardan biri olsam ben de oyuncuları ıslıklardım " diyebilecek kadar dürüst bir yıldız. Fazla yok böyle adamlardan ...

Galatasaray U - 17


Galatasaray 17 yaş altı takımı , Hagi Talent Cup'ta Barcelona 17 yaş altı takımını 2-1 yenmiş. Barcelona 3 sene sonra o takımdan Pique, Pedro ve Sergio Busquets gibi oyuncular çıkarır. Bizimkiler de 2.ligdeki bir takıma kapağı atabilirlerse ne mutlu onlara.

5 Ağustos 2010 Perşembe

Sonbahar


10 yıl sonra sağlık nedenlerinden dolayı cezaevinden tahliye edilen Yusuf'un ruh hali , içinde kopan fırtınalar bundan daha iyi anlatılamazdı.

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Hunger


Açlık grevine giren IRA üyesi Bobby Sands ile Peder arasındaki 23 dakikalık diyalog ;
BS : İstediğin zaman oturabilirsin.
P : Papazlık kuralları gereği senin sormanı bekliyor değilim.
BS : Ama oturacaksın.
P : Hiç hevesli görünmüyorsun.
BS : Kapıda bekleme kısmını atladın.
P : Papazlık okulundaki ilk hafta derslerini çok iyi öğrenmişsin. Sigara ?
BS : Olur.
P : İncil okumaya biraz ara verelim, değil mi ? En iyi kitabın hangisi olduğunu çözebilen var mı ?
BS : Biz sadece Yeremya'nın kitabını okumuştuk.Berbattı.
P : Güzel bir oda, çok temiz.
BS : Neredenim demiştin Donald ?
P : Doğduğum yeri mi soruyorsun ?
BS : Taşradan mıydın ?
P : En eski köyden.
BS : Ballyrobert mi ?
P : Ballymonie'nin güneyinde oynardık, Kilrea'da.
BS : Bir seferinde verdiğin bir vaazı hatırlıyorum.
P : Bak sen şuna.
BS : Seni el üstünde tuttuklarına eminim.
P : İğneli bir laf geldiğini hissediyorum.
BS : Çok zekisin.
P : Evet.
BS : Hayır sen saygıdeğer bir insansın, bunu biliyorsun.Ama kırlarla ilgili anlattığın hikayeleri severdim.
P : Kaçak avlar, elma bahçesine dalma, inekleri korkutma.
BS : Bir rahibe göre iyi bir eğitimmiş.
P : Batı Belfast'ta çalışan bir rahip için iyidir.
BS : Falls Road'ta panik yaratmak oldukça işe yarar.
P : R.U.C. benden nefret ediyor.
BS : Özlemiyor musun ?
P : Neyi ?
BS : Kırları.
P : Kardeşimi ziyaret etmek için ayda bir eve gidiyorum ama yine de özlüyorum. Temiz havayı, tarlaları , herşeyi .
BS : Bu anlattıkların sana daha uygun.
P : Evet öyle , hiç şüphesiz. Belfast gibi büyük bir şehre gelince kendimi sudan çıkmış balık gibi hissediyorum. Ama işim bu, değil mi ? Yaptığın işin ruhani bir iş olduğunu idrak ettiğin zaman hızlı bir şekilde çevreyi izlemeyi bırakıyorsun.
BS : Ruhani iş mi ?
P : Ne demek istediğimi anladın .
BS : Ben yine de aynı fikirdeyim.
P : Evet , bunu suçlamalarında da kullanabilirsin.
BS : Devam et.
P : Sanırım söyleyeceklerimi söyledim. Sen devam et. Kilrea benim gibi yaşlı bir adamı bekleyebilir.
BS : Nasıl olsa Belfast'ta kurtarılacak çok sersei var.
P : Evet, çok meşgulüm.
BS : Tabii , Tanrı seni cennetle ödüllendirecek .
P : Buna minnettarım. Bir kere içinde şarap var .
BS : Küçük kardeşin eve ne zaman dönüyor ?
P : Rahip oldu . Sinsi , kurnaz bir piçtir. Bu adamları bilirsin Bobby.
BS : Hala kaçak ava gidiyor mu ?
P : Kaçak avcılardan . Bu arada benden sekiz yaş küçüktür.
BS : Devam et.
P : Papaz olarak Kilrea'nın dışında bir papaz evinde çalışıyorum . Oraya yerleştik. Çok çalışıyorum. Yaşlıların evlerine gidiyorum. Gezici günah çıkartıyorum.
BS : Güzel işmiş.
P : Evet. Her neyse Kilrea'da boş bir pozisyon vardı.
BS : Evet
P : Bir şeyleri sebep göstererek reddettim. Aslında bir neden de yoktu.
BS : Yaşlı hanımlardan çok mu kek alıyordun ?
P : Öyle sayılabilir.
BS : Peki ...
P : Yaklaşık 5 sene sonra Kilrea'da bir kere daha pozisyon açılmıştı ve kardeşim Michael hemen kabul etti.
BS : Siktir.
P : 28 yaşındayken bir katolik rahibi oldu.
BS : Herhalde daha ruhaniydi. Senden daha fazla göze batmıştır.
P : Piskoposu etkiledi. Golf oynar. Küçük, aceleci aptalın tekidir.
BS : Sen de fena sayılmazsın.
P : Hayır, ben böyle olamazdım.
BS : Henüz 28'inde katolik rahibi olmak mı ? İnanılmaz.
P : Eskiden araba çalardı. Çok büyük bir evi var. Hizmetçisi , aşçısı var. Bense sürekli olarak İskoç futbolundan bahseden şişman Kerry ile iki göz odama sıkışmış durumdayım. Bundan bahsetmeyi bırakabilir miyiz ?
BS : Tanrım. Konuşup duran sensin.
P : Sigarayla aran nasıl ?
BS : Gayet güzel.
P : Berbat bir alışkanlık. İğrenç.
BS : Çok kötü, yine de keyifli.
P : Evet, Tanrı'ya şükür.
BS : 28 demek, aman tanrım.
P : Boş versene . Gözüne ne oldu Bobby ?
BS : Efendim ?
P : Vurdular mı ?
BS : Fikir ayrılığına düştük.
P : Diğer eleman ne alemde ?
BS : Daha beter durumda, gerçekten.
P : Pekala, beni buraya neden çağırdın ?
BS : Ne yani ? Eğlenceli söhbetimiz bitti mi ?
P : Rahiplik kuralı. Önce küçük bir sohbetle başlarız.
BS : Rahipliğe kabul edilmemiştim Don.
P : Senden iyi bir rahip olurdu.
BS : Öyle mi ?
P : İyi bir hatipsin, prensip sahibisin, öncüsün.
BS : Politik bir teröristim.
P : Kilise tövbekar suçluları sever.
BS : Evet . İsa'nın yanındaki bu hırsızın hep kolayca atlattığını düşünmüşümdür.
P : Ama günahlarını itiraf etmişti.
BS : Öyle miydi ?
P : Evet, tamamını.
BS : Sen çarmıha gerilmiş olsaydın hiçbir şey söylemezdin. İsa O'na cennet denilen yerde babasının yanında bir yer teklif etti. Ellerini kaldırıp , senden bir parça alacağını biliyor musun ?
P : Evet , çarmıha gerilmiş olsa bile.
BS : Yüce Tanrım, bu küfre girer.
P : Küfür mü ?
BS : Evet
P : Hayır. Aşağılık bir hırsızdı. Peki bana ne anlatmak istiyorsun ? Kafandaki nedir ? Hükümet hala seni delirtemedi mi ?
BS : Şu pazarlık görüşmeleri vardı ya. Sadece göstermelikti, boşu boşunaydı.
P : Ama neden buna ihtiyaç duyduğunu biliyorsun.
BS : Çünkü artık başarılı propaganda yapamıyoruz.
P : Kime göre ? Önderlere göre mi ?
BS : Zamanı geldi, artık karar verilmeli.
P : Sence önderliğin düşündüğü şey bu mudur ?
BS : Belki , bilmiyorum.
P : Burada paranoyaklaşıyorsun Bobby.
BS : Geçen ekim ayında 10,000 kişi açlık grevine destek amacıyla yürüyüş yapmıştı, değil mi ?
P : Evet
BS : İngiltere'ye uluslararası baskı yapılmıştı.
P : Zamanı var .
BS : Papa'nın bile söyleyecekleri vardı. Olaya karışmıştı . Tüm dünya haklarımızı geri alabilmemiz için Margaret Thatcher' ı sözünden döndürmeye çalıştı. Ama hiçbir işe yaramadı değil mi ?
P : Evet
BS : Açlık grevi başarısız oldu. Hepimiz cephedeyiz. Protestoyu biz yarattık. Bu bizim sorumluluğumuz. Liderlik benim için çok açık Don. "Yıkanmama" protestosu 4,5 yıldır devam ediyor. Her ne kadar dikkat çekmiş olsa da cumhuriyetçiler bunu yayamadılar. Üstelik organizasyonun büyüyüp genişlemesi sayesindeydi.
P : Çünkü ihtiyaçlarınız çok spesifik.
BS : Tabii ki öyleler. Batı Belfast'ta 3 çocuk büyütmeye çalışan bir kadın sivil kıyafeti mi, yoksa verdikleri soytarı kıyafetini giyeceğimizi umursamamalı , değil mi ?
P : Anladım.
BS : Tanrı'ya karşı dürüst ol Don. Kıyafetlerimizi giyebileceğimize söz vermişlerdi. Sahtekarlık yapıyorlar.
P : Yani önderliği artık dinlemiyor musun?
BS : İdeal dünyada mücadelemizi serbestçe yürütebilirdik ama elimiz kolumuz bağlı. Burada hiçbir şey değişmiyor, hiçbir şey olmuyor. Politik statü konusunda gerçekçi bir ilerleme kaydedilmediği sürece liderlik burada bizimle sıkışıp kalacak. Acı ama gerçek . Eğer masanın üzerine bir koz koyamazsam sence bu yalancı , dönek maymunlar benimle pazarlık yaparlar mı ? Saçmalama . Hükümet binasına yürüyüp, oradaki kibirli piçle manasız , aptalca bir diyaloğa girecek değilim.
P : Senin sıkı bir hayranın.
BS : Kafası iki parmak kalınlığında Don. Moronun teki . Onu başkan yaptıklarına inanabiliyor musun ? Bu tüm insanlığa hakarettir.
P : Kutsal Meryem. Hala bu enerjiyi nerden buluyorsun ?
BS : Çocukken kır koşucusuydum.
P : Tahmin etmeliydim, kuvvetli bir motorun var . Kır koşucusu. Hakkında pek çok şeyi açıklıyor Bobby.
BS : Bana mı anlatıyorsun ? Bütün ülke hakkımda böyle düşünüyor. Tanrım, bitiş çizgisini geçtiğim zaman beni tutmasalardı koşmaya devam edecektim. Aramızda şehirden beri gelen bir kavga vardı. İnekleri filan korkuturduk. Güzel zamanlardı.
P : Sığırları mı korkuturdun ?
BS : Çok korkardım . Süt ve hamburger eti veren canavarlardı. Yüce Tanrım. Bir daha dünyaya geldiğimde kırsal bölgede doğacağım, garanti ediyorum . Doğal hayat, kuşlar. Cennette yaşıyor olacağım.
P : Evet , dinlenmeyi de öğrenmen lazım .
BS : Evet . Bilmem olabilir. Daha önce hiç denemedim. Açlık grevine mart' ın başında başlamıştım. Bu yüzden buradasın. Bu yüzden seninle konuşuyorum.
P : Evet , haklısın. Ailenden bilen var mı ?
BS : Evet , bazılarına söyledim .
P : Hepsiyle konuştun mu ?
BS : İki hafta sonra gelecekler. O zaman konuşacağım.
P : Sence bunu nasıl karşılayacaklar ?
BS : Sence nasıl karşılarlar Don ?
P : Peki ya oğlun ? Geçen seferden bu yana ne değişti ?
BS : Geçen sefer grev nispeten zayıf geçmişti. Duygusal davrandık. 7 kişi aynı anda greve başlamıştık. Hepsi zayıf düştü ve en zayıf olanın ölmesine göz yumamadılar, böyle hassaslaşmamızı da ingilizler kullandılar, bizi kandırdılar. İşte bu hale düştük. Kandırıldık. Bu sefer greve 2'şer hafta ara ile başlanacak. Ölen birisi olduğunda yerine başkası geçecek. Adam sıkıntımız yok. 75 kişi gönüllü oldu.
P : Tanrı aşkına.
BS : Bugün ilan edilecek.
P : Peki bu protestoyu farklı kılan ne ? Ölmeyi kabullenmiş olman mı Bobby ?
BS : Böyle sonuçlansa da kabul ederim.
P : Sana inanılan yerde açlık grevine başlıyorsun. Sen zaten ölmeye karar vermişsin, yoksa yanılıyor muyum ?
BS : Bu onların elinde , mesajımız çok açık. Ne kadar kararlı olduğumuzu görecekler.
P : Ölümlere göz yumacaksın. Belki 5-6 kişi ölecek ama daha 75 kişi var , öyle mi ?
BS : Evet , umarım bu noktaya gelmez.
P : Pekala, belki ingilizler 20 kişinin ölümünden sonra pes ederler. Ama neden umurunda olsun ki , ne de olsa ölmüş olacaksın, değil mi ? Bu çocukları nasıl bir işe bulaştırdığının farkında mısın? Beni bir kenara bırak , bu fakir çocukların ailelerine ne olacak? Mecburen bu sarsılmaz cumhuriyetçilikten tiksinen İngiliz Hükümetine yaklaşmak zorunda kalacaklar. Terörist dedikleri adamların ölümleri onları çok rahatsız etmez. Üstelik bu kez bahisler çok yüksek.
BS : Biliyorum.
P : Ve eğer pazarlık yapmayı bile istemiyorsan senin beklentin silah bırakmaları. Doğru mu ?
BS : Evet
P : Yani kaybetmeniz durumunda bir çok kişi ölecek, aileler parçalanacak ve bütün cumhuriyetçi hareketin cesareti kırılacak.
BS : Evet , en kötü ihtimalle bu şekilde sonuçlanır, ama kısa vadede garanti ediyorum ....
P : Yapma artık.
BS : Bizim küllerimizden yeni bir kadın ve erkek nesli doğacaktır. Hatta daha azimli ,daha kararlı.
P : Kiminle konuştuğuna dikkat et.
BS : Bir savaş sürüyor. Senin anlayacağını sanıyordum. Yabancı gibi davranıyorsun.
P : Benimle bir yabancıymışım gibi mi konuşuyorsun ? Sence Kuzey İrlanda'yı bilmiyor muyum ? Ben burada yaşıyorum.
BS : Öyleyse bizi destekle.
P : İlk açlık grevini desteklemiştim, ama temelinde o bir protestoydu. Önceden ölümün kabul edildiği, pazarlık için inat edilen , Thatcher'ın tamamen teslimiyetini hedefleyen bir grev değildi. Saçmalık bu Bobby. Zararlı bu.
BS : Son 4 yılda burada neler oldu ? Vahşet , aşağılanma. Temel haklarımız elimizden alındı. Bunlara bir son verilmeli.
P : Doğru söylüyorsun.
BS : Peki öyleyse ? Tekliflerini kabul ettik, verdikleri üniformaları giydik çünkü 4 yıldır hiçbir talep gelmemişti. Buna devam edebiliriz Don, veya bir ordu gibi davranırız ve yoldaşlarımız için hayatlarımızı feda ederiz.
P : Pazarlıklara geri dönüleceğine dair içinde ufak bir ümit kırıntısı dahi yok mu ?
BS : Böyle bir şey olmayacak.
P : Hepsini bir tarafa bırakalım. Burada kendini öldürmeye çalıştığını biliyorum.
BS : Yaptığım işin erdemini veya intihar olup olmadığını tartışmak istemiyorsun. Onlar intihar diyor. Ben cinayet diyorum. Ve bu sadece aramızdaki ufak farklardan birisi. İkimiz de katoliğiz, ikimiz de cumhuriyetçiyiz. Sen güzelim Kilrea'da som balığı kızartırken biz Rathcoole'da yakılan evimizi söndürüyorduk .
P : Doğru.
BS : Benzerlikler olabilir Don ama hayatlarımız ve deneyimlerimiz farklı noktalarda toplanıyor. Beni anlıyor musun ?
P : Anlıyorum .
BS : İnançlarım var , ve her ne kadar basit olsalar da çok kuvvetliler.
P : Ölerek ne anlatmak istiyorsun ? İngilizlerin küsathlığını mı göstereceksin ? Öyleyse siktir et ,bütün dünya ingilizleri biliyor.
BS : Güzel
P : Güzel ama sana bir yararı yok. İngilizler yüzyıllardır herşeyin içine ediyorlar.
BS : Nefretini hissedebiliyorum Don.
P : Şehit olmaya mı çalışıyorsun ?
BS : Hayır
P : Emin misin ?
BS : Evet .
P : Çünkü Wolftone, McConnely, Mike Sweeney ... tüm bu adamları övdüğünü işittim. İsminin tarih kitaplarında yazdığını düşünmeni istemem.
BS : Sence bu umurumda mı ?
P : Umurunda olduğunu biliyorum.
BS : Hayır , yanılıyorsun.
P : Asker olduğunuzu söylüyorsun. Hepsi özgürlük için diyorsun. Ama hayatına bir minnettarlığın yok Bobby. Artık hayatın nasıl birşey olduğunu bilmiyorsun. 4 yıldır bu şartlarda yaşıyorsun, kimse senden normal olmanı beklemiyor. Sen normal değilsin. Şu anda Cumhuriyetçi Hareket kendi köşesine çekilmekten söz ediyor. IRA'nda o köşeye çekilmiş etrada bakıyor. Artık hepsi tarih oldu . Onlarca erkek ve kadın öldü. Sense hala birşey söylemiyorsun. Eğer cevabın herkesin ölmesi ise gözlerin kör olmuş demektir ve bunu durdurmaktan korkuyorsun. Yaşamaktan korkuyorsun, barışı konuşmaktan korkuyorsun... bu iş boka dönmeyecekti de ne olacaktı. Ve buradaki durumda cumhuriyetçi hareketin geleceği, gerçeklik hissini yitirmiş senin ve adamlarının elinde. Sence düzgün düşünebiliyor musun ? 24 saat burada kilitli halde işeyip sıçıyorsun ve kaç kişinin öleceği hakkında kararlar veriyorsun ! Bobby Sands'in heykelini dikin ! Benimle dalga geçiyorsun ! Özgürlük savaşçısı mısın ? Dışarıda toplumda çalışan kadın ve erkekler var, bir zamanlar sen de bunun parçasıydın. Yanılıyor muyum ? Twin Brook'taki tüm o işler. Sana ihtiyaç duyduğumuz yer orası Bobby. Haklı olduğumu biliyorsun.
BS : Yanılıyor muyum ? Cevap mı bekliyorsun ?
P : Yenildin Bobby, onların dağıttığı elle oynuyorsun.
BS : Bu stratejimiz.
P : Öyleyse yapmayın, sadece "durun " de !
BS : Hiçbir şey anlamıyorsun .
P : Buna karar verecek durumda değilsin.
BS : Başladı artık , durmayacak.
P : Öyleyse siktir et. Yaşam sana birşey ifade etmiyor.
BS : Tanrı beni cezalandıracak mı ?
P : İntihar yüzünden olmasa bile aptallığın yüzünden cezalandırılmalısın.
BS : Evet. Sen de kibirinden cezalandırılmalısın. Çünkü benim yaşamım gerçek bir yaşam , teolojik bir egzersiz değil, tüm hayatı mahveden dini bir aldatmaca değil. İsa'nın metaneti vardı ama o zamanki ve şimdiki müritlerine bak. Hitabet sanatının altını üstüne getirip, anlam biliminde takılıyorsun. Devrimcilere ihtiyacın var. Hayata nabız verecek, hayata yol gösterecek kültürel politik askerlere ihtiyacın var.
P : Saçmalıyorsun, kendini avutuyorsun.
BS : Peki, öyle olsun.
P : Evet , peki oğlun ne söyleyecek ?
BS : Siktir git !
P : Bu seni ilgilendirmiyor mu ?
BS : Bana duygusallıkla mı saldıracaksın ? Tam bir rahipsin.
P : Kalbin ne söylüyor Bobby ?
BS : Bunu bildiğini sanıyordum peder.
P : Ne söyüyor ? Söylesene .
BS : Hayatım benim herşeyim. Özgürlük herşeyim. Alay etmeye çalışmadığını biliyorum bu yüzden herşeyin gelip geçmesine göz yumuyorum. Ara vermemiz gereken anlardan birine geldik. İnançlarımızı saf tutmamız gereken bir andayız. Birleşik İrlanda'nın bir gerçek ve hakkımız olduğuna inanıyorum. Belki senin gibi birisinin bunu anlaması imkansızdır. Ama hayatıma saygı duyuyorum... özgürlüğü arzuluyorum, bu davaya sarsılmaz bir sevgi duyuyorum. Şüphe duyacak olursam defediyorum. Hayatımı tehlikeye atmam yapabileceğim tek şey değil Don. Doğru olan bu.
P : Beni bu yüzden mi çağırdın ? Kendine çığırtkan mı arıyosun ? Yaptığından yüzde yüz emin değil misin ? Kendini de dahil ediyorsundur belki .
BS : Evet. Ben sadece insanım.
P : Bunu gayet iyi anladım.
BS : Sen bir rehbersin Don. Senin işin ruhlarla. Hala küçük Donegal'de mi yaşıyorsun ?
P : Evet
BS : 12 yaşımdayken oraya gitmiştim. Oğlanlar için büyük kır koşusu yarışı vardı. Bir sabah minibüse doluşup Derry'e doğru yola çıkmıştık. Çok büyük bir andı. Bizim için uluslararası atletizm yarışması gibiydi çünkü güneyli çocuklara karşı yarışıyorduk ve Belfast'ın onuru için bunu yapmalıydık. Çocuklardan birkaçı Protestan'dı , geri kalan hepimiz Katolik'tik. Karma bir müsabakaydı. Sanırım Güneydeki iyi insanlar bunun muhteşem olduğunu düşünüyorlardı. Bizim Belfast'dan gelen küçük takımımızsa vatanseverlik taslıyordu. Her neyse... sınırı geçtik. Çocukları pop şarkıları söylüyorlardı. Ben de en arkadar oturmuş dışarıyı seyrediyordum. Dağlardan geçiyorduk. Errigal Dağı'nın yerini biliyorsun değil mi ? Muhteşem bir manzaraydı Don. Yemin ederim Donegal, İrlanda'da ki en güzel yerdir.
P : Evet.
BS : Her neyse. Gwidor'a vardığımzda, nasıl bir yerdi ama 200 tane çocuk vardı, kıyafetlerini giyinip ısınıyorlardı. Organizasyonu "Hristiyan Kardeşler" düzenliyordu ve orada düzeni sağlayabilmek için çocukların kulaklarının arkasına vururlardı. Bacaklarımızı esnetmek için takım halinde küçük bir koşuya çıktık. Çevremizde arpa tarlaları vardı. Ve aşağıya doğru uzanan bir akarsu ve orman bulduk. Orman ve akarsu sınırımızın dışındaydı fakat doğal olarak Belfast'lı çocuklar olarak gidip bakmamız gerekiyordu. Çevremizdeki orman ve akarsu bize Amazon gibi geliyordu. Ve Cork'dan bazı gençlerle karşılaşmıştık. Bazılarının aksanları daha iyiydi. Ama zar zor konuşuyorlardı, ne söylediklerini anlayamıyorduk. Bizimle dalga geçtiklerini anlamışsındır. Bizi küçümsediklerini hissedebiliyordum. Koşuyorduk ve aklımıza akarsuya inip balık olup olmadığına bakmak geldi. Biz de nehre indik Don, suyun derinliği 15 cm kadardı. Suda gümüşçünlerden başka birşey yoktu. Çocuklardan birisi daha aşağıya inmeyi teklif etti. Suyun içinde bir karaca yavrusu yatıyordu. 4-5 günlüktü, bir deri bir kemikti, gri renkliydi. Keskin kayalara çarptığı için derisi kan lekeleriyle doluydu. Yanında ayaktaydık ve arka bacaklarının titrediğini görebiliyorduk. Nefes alıyordu, hayattaydı ama ölmek üzereydi. Kendilerini lider zanneden çocuklar, büyük büyük konuşmaya başladılar. Ne yapmamız gerektiğini tartıştılar. Birisi kafasını taşla ezelim dedi, bense yüzlerine bakıyordum ve yüzlerinde görünen tek şey korku ve şaşkınlıktı. Kimse cesaret edemiyordu. Karacaysa yerde acılar içinde yatıyordu. Tüm bu gevezelik bir işe yaramıyordu. Sonra papazlardan birisi bizi ve karacayı gördü, bize yerimizden kımıldamamızı ,yoksa cezalandırılacağımızı söyledi. Çok ciddi cezalandırılacaktık. Bir grup erkek çocuğu , bir yavruya acı çektiriyorsa mutlaka cezalandırılır. Bir grup Belfast'lı çocuğun başınaysa bundan daha fazlası gelir. Benim içinse o an çok belirgindi, dizlerimin üstüne çöktüm, yavrunun kafasını aldım ve suyun altına bastırdım. İlk başta mücadele etti, ben de gücü tükenene kadar daha sıkı bastırdım. O sırada papaz geldi Don. Beni saçlarımdan tutup , ağaçların arasına götürdü ve sağlam bir dayak attı. Ama o yavru için yapılması gereken şeyi yaptığımı biliyordum. Ve diğer çocuklar adına da cezayı üstlenebilirdim. Büyük çocukların saygısını kazanmıştım ,bunu biliyordum. Sebeplerin farkındayım Don. Olabileceklerin farkındayım. Ama harekete geçeceğim, hiçbir şey yapmadan beklemeyeceğim. Benden Aziz John'a mektup yazmamı istemeyeceksin değil mi ?
P : Böyle birşeyi vicdanım kaldırmaz. Seni bir daha görebileceğimi sanmıyorum Bobby.
BS : Gerek de yok zaten Don.

Any Given Sunday


Tony D'amato : "Ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Üç dakika sonra profesyonel kariyerinizin en önemli mücadelesi başlıyor. Her şey bugüne bağlı. Ya takım olarak düzelir ya da parçalanırız. Santim santim, ta ki biz bitene dek. Şu anda cehennemdeyiz. İnanin. Burada kalabilir ve kendinizi harcatabilirsiniz ya da tekrar ışığa ulaşırız. Cehennemden yavas yavas çıkabiliriz. Bunu sizin icin yapamam çok yaşlıyım. Etrafa bakıyorum ve bu genç yüzleri gördüğümde, orta yaslarda bir erkeğin yapabileceği tüm hatalari yaptığımı düşünüyorum. Tüm paramı savurdum. Beni seven herkesi uzaklaştırdım. Aynada gördüğüm surata bile dayanamıyorum. Yaşlandığınızda sizden birşeyler alır. Bu hayatın bir parçası ama birşeyleri kaybetmeye başladığınızda öğrenirsiniz. Hayatın santimlerden ibaret bir oyun olduğunu anlarsınız. Maçta hayatta ve futbolda hata payı o kadar düşük ki, erken ya da geç atılan bir adım, sizi hedefinizden uzaklaştırır. Yarım saniye yavaş ya da hızlı kalırsanız, yakalayamazsınız. Her yerde santimler önemlidir, maçıın her molasında, dakikasında ve saniyesinde. Bu takımda o santimler icin savaşırız. Bu takımda biz ve etrafımızdaki herkes, o santim icin savaşır. O santim için tırnaklarımızla boğuşuruz. Çünkü birbirine eklendiğinde kaybetmek ile yenmek arasındaki farkı belirleyecek! Ölmek ile yaşamak arasındaki farkı! Şunu bilin; her oyunda ölmeye hazır olanlar o santimi kazanacaktir. Bundan sonra bir hayatım olacaksa nedeni, o santim icin savaşmaya ve ölmeye hazır olmamdır. Yasamak budur iste. Yüzünüzün önündeki onbeş santim! Bunu yapmanızı sağlayamam. Yanınızdakine bakın! Gözlerine bakın! Sizinle beraber o santim için savaşacak birini göreceksiniz. Kendisini takım için feda edebilecek birini göreceksiniz. Gerektiği zaman aynı şeyi sizin de onun icin yapacağını bildiği için. İşte bu bir takımdır. Ya takım olarak düzeliriz ya da birey olarak ölürüz. Bu Futbol. Hepsi bu kadar. Şimdi ... ne yapacaksınız ? "

Raul Gonzales Blanco




"Ispanyol futbolunun en büyük futbolcularindan biri olmasini bir kenara koysak bile o Real Madrid'in ruhuydu" . Francesco Totti

3 Ağustos 2010 Salı

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Everybody's Fine


Vavien


Settar Tanrıöğen vs Neşet Ertaş

500 Days of Summer - 2


Tom : Rhoda saygısızlık etmek istemem ama bu bok gibi olmuş ! "Peşini bırakma" , "Başarabilirsin" Bunlar teşvik edici değil, intihara meyledici. "Peşini bırakma" diyen turşu birazdan ölecek. Bunların hepsi yalan, biz yalancıyız. Düşünsenize, neden insanlar bunları satın alıyor ? Nasıl hissettiklerini ifade ettikleri için değil, söylemekten ya da hissetmekten korktukları şeyleri ifade etmek için alıyorlar. Biz de onlara kolay yoldan gitmeleri için hizmet veriyoruz. Bilyor musunuz ? Canı cehenneme diyorum ! Gelin Amerika'ya karşı dürüst davranalım. En azından bırakalım da kendi adlarına konuşabilsinler. Değil mi ? Demek istediğim... Bakın , şuna bir bakın. "Yeni bebeğinizle mutlu bir hayat dilerim" Bu nasıl : " Yeni bebeğinizle mutlu bir hayat dilerim. Sanırım bu gece hayatının da bitmesi demek. Kolay gelsin ahbap". "Sevgililer günün kutlu olsun aşkım. Seni seviyorum." Ne kadar da tatlı, onu seviyormuş ! Bu tam da benim bahsettiğim şey. Ne demek ki bu ? Aşkmış ! Siz biliyor musunuz ? Sen ? Herhangi biri ? Biri bana bu kartı verseydi Bay Hance, onu yerdim. Bu kartlar , filmler, pop şarkıları bize yalan söyledikleri için suçlular. Tüm bu kalp kırıklıkları ve herşey için. Bundan biz de sorumluyuz, ben de sorumluyum. Bence burada kötü birşey yapıyoruz. İnsanlar nasıl hissettiklerini söyleyebilmeli. Gerçekte nasıl hissettiklerini. Yabancı birinin ağızlarına yapıştırdıkları sözleri değil. Onlar için hiçbir anlam ifade etmeyen ... "Aşk" gibi sözcükleri değil. Kusura bakmayın, özür dilerim. İstifa ediyorum . Bu dünyada ben olmadan da yeteri kadar saçmalık var.