28 Şubat 2011 Pazartesi

Due Date

Peter : Benden uzak dur.
Ethan : İyi misin?
Peter : İyi miyim? İyi gibi mi görünüyorum? Kolum kırıldı. 3 tane kaburgam çatladı ve lanet olası kolumda 7 tane dikiş var. Bunlar sorunu cevaplamadı mı? Hayır, iyi değilim.
Ethan : Peter, çok üzgünüm.
Peter : Öyle mi? Ben burada ne haldeyim, sende bir çizik bile yok.
Ethan : Doktorlar çok derin uyuduğum için fazla gerilmediğimi söyledi. Sana derin uyuduğumu söylemiştim.
Peter : Evet, söylemiştin. Peki ya doktor araba kullanırken uyuyakalmanla ilgili birkaç tane tavsiyede bulundu mu?
Ethan : Sadece birkaç saniye gözlerimi dinlendirecektim. Bir dahakine sen de biraz daha rahat olmaya çalış.
(Korna çalar.)
Peter : Bir saniye.
Ethan : O da kim?
Peter : O benim gerçek arkadaşım. Beni almak için Dallas'tan buraya kadar geldi.
Ethan : Pekala, sen öne otur.
Peter : Biz yok artık. Sadece ben. Buraya kadarmış. Bu arada lanet olası, tanıştığımıza memnun oldum. İzin ver de, vicdanımı rahatlatmak için neden bizimle gelemeyeceğini söyleyeyim sana. Beni uçaktan attırdığın ve polisin vurmasına sebep olduğun için değil. Ben tekerlekli sandalyeli bir heriften dayak yerken sadece öküzün trene baktığı gibi baktığın için de değil. Ve tabii hayatımın en önemli haftasında beni az kalsın öldürüyor olmandan falan da değil. Seni burada çok daha önemli bir sebepten ötürü bırakıyorum. Senden ruhumun bütün hücrelerine kadar nefret ediyorum.
Ethan : Bunu daha önce duymuştum, ama düzeltmeye çalışıyorum, tamam mı?
Peter : Öyle mi? O zaman şunu dinle. Seni uyarıyorum, Hollywood'a gitme. Oranın sokakları altın kaplama falan değil. Senin gibi ünlü ve başarılı olacağım hayalleriyle giden bir sürü aptal herifle dolu orası. Sana yalvarıyorum, uzak dur oradan. Anladın mı? Bak bu Shakespeare'dendi. Kim biliyor musun?
Ethan : Evet, onu tanıyorum. Ünlü bir korsan. Bu arada onun adı, Shakesbeer.
Peter : Sana bir arkadaş tavsiyesi vereyim mi? Oraya Hollywood diyen hiçkimse Hollywood'da başarılı olamaz.
Ethan : Bunu daha önce duymamıştım.
Peter : Sunny, seni çok özleyeceğim, gerizekalı bok suratlı köpek (suratına tükürür).
Ethan : 23 yıllık hayatımda daha önce hiç ....
(Peter arabaya biner.)

The Mechanic


Arthur : Mekanik'in tanımını biliyor musun?
Steve : Kontratla çalışan, sorunları çözen adam. Tetikçi.
Arthur : Görevler yaparım. Hedefleri belirlerim.
Steve : Bunu ben de yapabilirim. Bazı pis işler görmüştüm.
Arthur : Hayır görmedin.
Steve : Beni hiç tanımıyorsun Arthur.
Arthur : Steven Jackson McKenna. Baltimore, Maryland'da doğmuşsun. 12 yaşondayken anneni kaybetmişsin. Ağrı kesici ve votka bağımlılığından. 3 farklı liseye gitmişsin; Grunt, The Parc, Munro. Miami'den sporcu bursu için 4 kere başvuruda bulunmuşsun ama aldığın cezalar yüzünden her defasında reddedilmişsin. 3 farklı kız arkadaşına, saldırı ve tehdit suçundan 4 defa ceza aldın. Sokak kavgasında diz kapağını kırmışsın. Kimseye söylemedin, kendiliğinden iyileşmeye bıraktın. Yağmur yağdığında topallıyorsun. İstersen röntgenlerini de göstereyim.

Megamind

Minion : Yolunda gitmeyen bir şeyler mi var, efendim?
Megamind : Bir düşün, herşeyi aldık. Ama hiçbirşeyimiz yok. Artık herşey çok kolay.
Minion : Üzgünüm, sizi anlamıyorum efendim.
Megamind : Demek istediğim, başardık değil mi?
Minion : Aslında siz başardınız efendim. Evet, bunu yeterince anlaşılır hale getirdiniz.
Megamind : O zaman kendimi neden bu kadar üzgün hissediyorum?
Minion : Üzgün mü?
Megamind : Mutlu olmayan.
Minion : Peki yarın Ritchi Hanım'ı kaçırma operasyonu yapsak nasıl olur? Bu sizi her zaman havaya sokmuştur.
Megamind : Güzel fikir Minion, ama onsuz (Megamind) ne anlamı var ki?
Minion : O kim efendim?
Megamind : Yok birşey.

Winter's Bone

Thump Milton : Diyecek bir şeyin varsa, hemen söyle evlat.
Ree : Daha yemek bulmayı beceremeyen iki çocuğa bakıyorum. Annem hasta ve hep öyle olacak. Yakında polisler evimizi de alacak ve bizi köpek gibi dışarı atacaklar. Babam bir hata yaptıysa, bedelini de ödeyen o oldu. Niyetim onu öldüreni öğrenmek değil. Ama çocuklara ve anneme uzun süre bakamam. Evimiz olmadan yapamam.

18 Şubat 2011 Cuma

Up In The Air

Natalie : Alex'e ne oldu?
Ryan : Toplantıya yetişebilmek için erkenden ayrıldı.
Natalie : Kötü olmuş. Nerede yaşıyor peki?
Ryan : Chicago.
Natalie : Gidip onu görmeyi düşünüyor musun?
Ryan : O tarz bir ilişkimiz yok bizim.
Natalie : Ne tarz bir ilişkiniz var peki?
Ryan : Lakayıt.
Natalie : Çok özel bir ilişkiniz varmış.
Ryan : Bizim şikayetimiz yok.
Natalie : Birlikte bir gelecek düşünüyor musun peki?
Ryan : Hiç düşünmedim cidden.
Natalie : Hiç düşünmedin mi cidden?
Ryan : Hayır.
Natalie : Nasıl olur da düşünmezsin ki? Birisiyle bir gelecek kurmak nasıl aklının ucundan bile geçmez?
Ryan : Çok basit. Hani an gelir de birinin gözlerine bakarsın ve o gözlerin, ruhunun içine işlediğini, tüm dünyanın da sessizliğe gömüldüğünü hissedersin ya?
Natalie : Evet.
Ryan : İşte o bana olmuyor.
Natalie : Pislik herifin tekisin.
Ryan : Hadi ama dalga geçiyordum. Yardım et bana.
Natalie : Ona bir şans vermene değmez mi sence?
Ryan : Ne için şans vereceğim ki?
Natalie : Gerçek bir şeyler için.
Ryan : Natalie, insan yaşlandıkça gerçekliğe bakış açısı da değişiyor.
Natalie : Bir saniyeliğine küçümseyici konuşmasan olmaz mı? Yoksa bu da senin saçma felsefenin prensiplerinden biri mi?
Ryan : Saçma felsefe demek.
Natalie : Kendini insanlardan sakınma, yolculuklar. Tüm bunların cezbedici mi olması gerekiyor?
Ryan : Hayır, bu benim seçtiğim bir yaşam biçimi.
Natalie : Düpedüz kozana çekilip, kendini soyutluyorsun.
Ryan : Laflara bak hele.
Natalie : Allah belanı versin.
Ryan : Asıl senin versin.
Natalie : Herhangi biriyle bağ kurulabilmesi imkansız bir hayat kurmuşsun kendine. Şimdiyse bu kadın senin seçtiğin saçma sapan hayatın tehlikesini göze alıyor. Sense onun ufak bir gülümsemesini bile lakayıtlık olarak mı görüyorsun? Sözde benim büyümem gerekiyor bir de. Kendin daha 12 yaşındasın.

15 Şubat 2011 Salı

Get Low

Felix : Bir şey söyleme.
Buddy : Kime?
Felix : Merhaba diyebilirsin. O kadar.
Buddy : Merhaba.
Papaz : Merhaba. Doğru yere geldiğinize emin misiniz? Cenaze beklemiyordum.
Buddy : Merhaba.
Felix : Hey, Charlie.
Papaz : Felix?
Felix : Hala ayakta demek.
Papaz : Evet. Papaz Charlie Jackson.
Buddy : Merhaba.
Felix : Buddy Robinson, kendisi pek konuşmaz.
Papaz : Birileri konuşsa iyi olur. Hayaletin teki cenaze arabasıyla yolda durunca insan anlatılacak birşey duymak istiyor. Artık eskisi gibi işitemiyorum. Sen de orada bulunurken cenaze partinde vaaz vermemi istediğini duydum sanki.
Felix : Evet, bayım.
Papaz : Yıllar boyunca senin hakkında Tanrı ile epey konuştum. Seni yaratırken ezberi bozduğunu söyledi. "İzlemesi eğlenceli ama bir o kadar da başa bela" dedi. Cenazede ne söylememi istiyorsun?
Felix : Ne söylemek istiyorsan, Charlie.
Papaz : (Buddy'e dönerek) Bize biraz izin verir misin?
Felix : Otur.
Papaz : Sorun nedir? Benimle yalnız kalmaktan korkuyor musun?
Felix : Konuşulanları dinleyebilir.
Papaz : Pekala. Burayı terk ettikten sonra doğru olanı yaptın mı?
Felix : Doğru olanı yaptığımı düşündüm.
Papaz : Günah çıkardın mı? Bağışlanmak istedin mi? O kadına söyledin mi, Felix? O zaman o kadar yolu boşuna gelmişsin.
Felix : Kendini beğenmiş.
Papaz : Sakın.
Felix : Dinle beni. Kendi hapishanemi yapıp, içinde yattım. Kahrolasıca 40 yıl boyunca orada kaldım. Ne eş, ne çocuk, ne de arkadaş. Hiçbir şey olmadan. Torunum bile yok. Bir bebek nasıl tutulur bilmiyorum. Anlıyor musun beni? 40 yıl. Yetmez mi?
Papaz : Yetmediğini biliyorsun.
Felix : O zaman gelip bunu anlatsana Charlie. Herşeyi anlat, umurumda değil. Ama gel ve birşey söyle.
Papaz : Hayatta olmaz.
(Felix kiliseyi terkeder.)
Papaz : Onu ne kadar tanıyorsun?
Buddy : Neredeyse hiç. Cenaze evinde çalışıyorum.
Papaz : Bu kiliseyi onun yaptığını biliyor musun?
Buddy : Hayır. Onun gibi bir adam, nasıl böyle birşeyi yapabilir? İyi bir marangoz olduğunu biliyordum fakat bu ...
Papaz : Sihir gibi mi? Kendini böyle gösteriyor belki de. Belki canı gönülden yapmıştır, bilmiyorum.
Buddy : Bahsettiğiniz konu neydi? Ne yapmış? Kime birşey söylemeliydi?
Papaz : Sanırım onunla Tanrı arasında bu. Buraya yarı ölü gibi gelmişti.

Fair Game

Joe : Dinle, Vanity Fair'den biri aradı. Röportaj yapmak istiyorlar. Tam tekmil, fotoğraflı falan. Tüm hikayeyi yazacaklar. Ne diyorsun?
Valerie : Ne mi diyorum? Vanity Fair'de resmimin çıkmasını isteyip istemediğimi mi soruyorsun?
Joe : Valerie, bu bir fırsat.
Valerie : Ne için?
Joe : Olayı bizim açımızdan anlatmak için. Yani onlarca, belki 50 tane kanala çıkacak. Bunu yapmamız gerek. Fox'ta, internette bizi yerle bir ediyorlar. Dibe batıyoruz. Karşı saldırıya geçmeliyiz. Ne? Ne dedim ben şimdi?
Valerie : Anlamıyor musun Joe? Nereye kadar gidecek bu? Adresimiz internete düşmüş. Evimizin resmi bile. Ev numarasını 5 kere değiştirdim. Adımın geçmediği medya ortamı kalmadı. Gerçek adımın Joe. Halkla kaynaşmalar, röportajlar, çıkardığın gürültü, yaptığın saçmalıklar bize ne kazandırdı?
Joe : Andy Karl, Financial Times'a "Joe Wilson'ın üstüne buldozerlerle geliyorlar" dedi. Tırnak içinde "Buldozer". Yani mücadele etmeden alt edilmeyeceğim. Sağlam mücadele etmeden.
Valerie : Beyaz Saray diyoruz Joe. Beyaz Saray'la mücadele edip, kazanabileceğini mi sanıyorsun? Bizi ezer geçerler!
Joe : Asıl mücadele etmezsek ezerler!
Valerie : Joe...
Joe : Beni dinle Valerie.
Valerie : Hayır, sen beni dinle!
Joe : Valerie, Valerie, Valerie ! Senden daha çok bağırdığım için haklı mı oldum şimdi? Senden fazla sesim çıktığı için mi haklı olacağım? Beyaz Saray olsam ve senden kat kat fazla bağırsam haklı olan ben mi olurum? Yalan söylediler Valerie. Yalan söylediler! İşte hakikat bu!
Valerie : Hakikat , tabi ya. İşimizi bitirdiklerinde ne olduğunu öğrenemeyeceğimiz hakikat.

Love and Other Drugs

Maggie : Adın ne?
Jamie : Jamie Rendal.
Maggie : Oyunun ne?
Jamie : Oyun mu?
Maggie : Pardon, bu kısımda nereden geldiğimizi ve ne okuduğumuzu konuşmamız gerekiyordu.
Jamie : Çok güzel gözlerin var.
Maggie : Bu kadar mı? Elinden gelen bu mu?
Jamie : Ciddiyim ben, çok güzeller.
Maggie : Teşekkürler. Bakalım başka ne var. Çocukluğum, ne zaman hasta olduğum.
Jamie : Hep böyle insafsız mısındır?
Maggie : Aslında bakarsan, bu iyi halim. Bu ayki kotanı doldurdun mu? Performans değerlendirmeni yaptın mı?
Jamie : Elin titriyor.
Maggie : Bu seni ilgilendirmez.
Jamie : Bu, gergin olduğunda gerçekleşir.
Maggie : Bay Uzman, neden gergin olayım?
Jamie : Çünkü benimle ilgileniyorsun.
Maggie : Peki beni nasıl geriyorsun?
Jamie : Aklın sana birşey söylüyor, ama vücudun bambaşka bir şey.
Maggie : Hadi gidelim.
Jamie : Efendim?
Maggie : Yatmak istemiyor musun?
Jamie : Şimdi mi?
Maggie : Anladım. Şimdi benim doğru mu diye düşünmem gerekiyordu. Sonra sen de doğru veya yanlışın olmadığını, sadece anlık birşey olduğunu söyleyeceksin. Sonra ben de yapamayacağımı söyleyeceğim. Her ne kadar sana sinyaller yolluyor olsam bile. Ama bunlara hiç ihtiyacın yok, çünkü beni dinlemiyorsun bile. Senin için bu ilişki kurmakla ilgili değil, seksle ilgili bile değil. Sadece kendin olmanın acısından kurtulmak için böyle. Benim için de sorun değil, çünkü benim istediğim de tam olarak aynı şey.

4 Şubat 2011 Cuma

Unstoppable (2010)

Will : Bir kere evlendim derken, ne demek istedin?
Frank : Alice, eşim. Kanserden öldü, dört yıl önce.
Will : Üzüldüm.
Frank : Ben de. Her akşam eve geldiğimde, ona günümü anlatırdım. Nerede olduğumu, ne yükü taşıdığımı, kime kızdığımı.
Will : Yani benden bahsederdin ona, değil mi?
Frank : Evet, kesinlikle bahsederdim. Karını aramalısın.
Will : Aradım. Ama bugün izin günü. Muhtemelen uyuyordur.
Frank : Mazaret bulma. Uyandır onu.
Will : Son iki haftadır arayıp durdum. Hala cevap vermiş değil.
Frank : Vermez. Aramalısın onu. Bu işler nasıldır, bilmez misin? Pes etmek kolay.